Kalecik Karası’nın Gerçek Öyküsü

Geçen hafta, bir gazetenin arkasındaki haberi okuyunca, hem şaşırdım, hem de üzüntü duydum. Kalecik Karası’nı Türkiye’ye tanıtan kişi olarak, şu sıralar Türkiye’de danışmanlık yapan bir Fransız’dan bahsediliyordu. Ankara’nın ve Türkiye’nin en değerli şaraplık çeşitlerinden olan Kalecik Karası üzümünün ve şarabının gerçek öyküsünü Türkiye’de en iyi bilenlerden biri olarak, bu yanlışı düzeltmek istedim.
Kalecik Karası Ankara’ya 80 kilometre uzaklıktaki Kalecik ilçesine özgü bir üzüm. Kesin kanıtlar olmamakla birlikte, büyük olasılıkla tarihte başta Hititler olmak üzere Anadolu’da yaşamış uygarlıklar tarafından şarap üretiminde kullanılıyor. Birçok, siyah şaraplık üzüm çeşidinden farklı yanı; tanen miktarının düşük, meyvemsi aromalarının ise zengin ve kompleks olması. Özellikle iyi yıllarda Kalecik karası şarabında çilek, kiraz ve frambuaz gibi kırmızı meyveler baskın. Zarif yapısına karşın, aynı Burgonya bölgesinin P.Noir şarabı gibi yıllanıp, gelişebiliyor, kırmızı çiçekler, toprak ve olgun meyvelerden oluşan zengin bir yapı kazanıyor.
Kalecik Karası, Avrupa Bağlarını 18. yüzyıldan itibaren kasıp kavuran filoksera’dan (asma biti) etkileniyor ve 1970’li yıllara gelindiğinde hemen hemen yok oluyordu. İşte o dönem, bugün rahmetle ismini andığım, Ankara Üniversitesi’nin değerli Bağcılık hocası Prof. Dr. Yılmaz Fidan devreye giriyor ve Kalecik’te hazırladığı pilot proje ile filoksera’ya dirençli Amerikan anaçları üzerine seçtiği Kalecik Karalarını aşılayarak on dönümlük küçük deneme bağını kuruyor. Böylece yeniden hayat buluyor.
Ancak, çeşidi Türkiye’de tüketiciyle buluşturan kurum “Kavaklıdere Şarapları” Yıl 1989. Kavaklıdere Şarapları’nın yöneticisi Mehmet Başman, bu nadide çeşidin farkında ve o dönemki Fransız danışmanımız Jacques Laffort’a ve bana bu değerli çeşidi işlememiz gerektiğini söylüyor. Ben de 1989 yılında, Kalecik’te adeta iğne ile dağda tepede Kalecik Karası üzümü arıyorum. Birçok bağ yok olmuş, üzüm kalmamış. Sağda solda köylülere sorarak bulduğum bazı bağlarda da diğer siyah çeşitlerle karışık halde çok az üzüm var. Neyse ki Yılmaz hocanın kurduğu bağ ve civar bağlardan gelen çok az üzümle özel sektör üretimi ilk “Kalecik Karası” şarabını 1989 yılında piyasaya sunuyoruz. İlk üretim sadece 9 bin litre… Ancak, birdenbire şarap büyük ilgi görüyor ve Türkiye’nin o dönem en pahalı şarabı oluyor. Kalecik Karası, sonraki yıllarda ününü artırarak lüks restoranların vazgeçilmez şarabı oluyor.
Sonrası malum… Plansız programsız dağa taşa Kalecik Karası bağı kuruluyor. Ne toprağa ne de iklime bakılıyor. Vasatın altında örnekler ortaya çıkıyor. Çeşit eski prestijini biraz da soylu Fransız çeşitlerin de Anadolu bağlarına girmesiyle kaybediyor. Neyse ki, son yıllarda tekrar toparlanarak kendine gelmeye başlıyor.
İşte, halen üniversitede üzerine çalıştığımız Kalecik Karası şarabının gerçek öyküsü. Eğer şarabın üzerinde bir hak varsa, kuşkusuz o pay; dört yıl önce kaybettiğimiz Jacques Laffort ustaya ait.

Tadım Notları – Ertan Anlı | Cumhuriyet Ankara

 

11/1/2011
Yorum