Berlin’de Bir Bayram Tatili

Bayram tatilinde Berlin’e gitmeye karar verdik, birkaç kere gitmeye niyetlenmiş ancak, çıkan aksilikler sonucu rezervasyonlarımızı iptal etmiştik. Bu sefer aniden bu karara vardık ve gerçekleştirdik. Uzun zaman öncesinden araştırdığım için gezilecek çok fazla müze, sanat galerisi ve içilecek çok fazla bira ve şarap vardı tabii sosis ve bir sürü tadacak yemek de….

Sabah havaalanı çok kalabalıktı, herkes bir yerlere gitmeye çalışıyordu bayram tatilinde. Rötarsız ve güzel bir uçuştan sonra Tegel  havaalanındaydık. İlk iş otele eşyalarımızı yerleştirip, hemen iyi sosis yaptığını öğrendiğimiz  bir yere Ku’damm  195’e gidecektik. Otelimize yürüyüş mesafesinde olan bu mekanda, sosis, patates ve biramızı yani Berliner Kindl içerek keyifli dakikalar geçirdik. Oradan ayrılıp, Kurfürstendamm’ı keşfetmeye çıktık, uzun ve büyük bir bulvar, yan yana dizilmiş mağazalar, cafeler, restaurantlar, oteller, sürekli bir kalabalık, bizim Bağdat caddesi gibi ya da herkesin benzetmesiyle Paris’teki Champs  Elysee…  İlk gözümüze hoş görünen mağaza geniş bir şarap kavı olan Karlsplatz, Kadewe’ye iyi bir hazırlık olacaktı. Alt kata inerek kava ulaştık, Berlin’de sıkça tüketilen köpüklü şarapaları Sekt’in bir çeşidini tattırıyorlardı, elimizde kadehlerimiz kavı incelerken çeşitli Alman şaraplarından,  tatmak için birkaç tane aldık bir de Disznoko Tokaji Szamorodni Edes 2006.Burada  uzunca zaman geçirince  günün yorgunluğuyla otelimize dönüp, Baden bölgesinin Martin Wassmer Schlatter Maltesergarten Spätburgunder 2007  şarabını tatmaya karar verdik, Pinot Noir üzümünde bu kırmızı şarap, yumuşak içimli aromatik ve hoştu.

Pazar günü, mağazalar da kapalı olduğu için çoğu gezimiz de olduğu gibi zamanımızı müzelere ayırmıştık. Başlangıcımızı Gemaldegaleri’de yaptık. Resimle ilgilenen herkesin gitmesi gereken bir yer galiba. Burada en çok görmek istediğim resim Caravaggio’nun  “Muzaffer Aşk Tanrısı” idi… Onun dışında 13. Yüzyıldan başlayarak, Alman, İtalyan, Fransız, İngiliz ve İspanyol resimleri var. Gezdiğimiz bir başka müze ise, Helmut Newton müzesi idi. Fotoğraf sanatçısı Helmut Newton (1931-2004) bütün eserlerini buraya bağışlamış, onun polaroid fotoğraflarından oluşan bir sergisi vardı. Tabii bu günü bol bol bira içerek ve şarap tadarak da geçirdik verdiğimiz molalarda… Akşam artık geleneksel bir Alman lokantasına gitmek istedik  1936 ‘dan beri Kurfürstendamm’da olan Schildkroete‘ye gittik.Ben daha çok deniz ürünleri sevdiğim  için balık siparişi verdim, Ahmet ise mantarları meşhur olduğu için mantarlı, soslu bir tavuk .Yemeğimizi ise  Dr. Deinhard Riesling 2010 eşlik etti. Tabii yemeğin üzerine çok sevdiğimiz bir brendy olan Asbach Uraltiçtik. Servisimizle görevli garson  bunun bir brendy olduğunu belirterek, isteyip istemediğimizi tekrar sordu. Biz de içtiğimiz çeşitlerini ona söyleyerek onu şaşırttık. Güzel bir yemekti özellikle finali….
Pazartesi olduğunda heyecanla beklediğimiz yere yani Kadewe’ye gittik. Önce biraz mağazanın içinde dolaşıp sonra yiyecek, içecek bölümüne geçtik. Giyimden çok kadeh, karaf, porselen gibi çok zarif ürünlerin olduğu reyonlarda  zaman geçirdik… Öğlene doğru asıl merak ettiğimiz kata geldik. Burası dünyanın her yerinden   yiyecek seçkisine ve tabii yanınca yüzlerce şarap, viski, bira, brendy ve bir sürü içkiye sahipti. Yorgunluğumuzu önce bara oturup birer bira ile giderdik,  Warsteiner – Eine Königin unter den Bieren  birası içtik. Sonra bir tur daha atıp nerede ne yiyeceğimize karar vermeye çalıştık. Kabuklular, her türlü deniz ürünü, suşiler, Çin yemekleri, İtalyan mutfağı hepsi ayrı bölümlerde toplanmış onlara uyumlu şarap ve bira çeşitleri ile sunuluyor, karar vermek çok zordu. Benim karides merakım yine bizi deniz ürünleri bölümüne götürdü, karides ve balıktan oluşan menümüze Dr.Loosen Riesling 2009  eşlik etti. Her şey çok güze ldi ancak bize fazla turistik gibi geldi…. Artık çok doymuş , alışverişimizi yapmış ve çok yorulmuş olarak otele dönerken, Savoy Otel‘in alt katında gördüğümüz  La Casa Del Habano  bizi kışkırtarak oraya gitmeye zorladı. Gece dokuz on gibi gittiğimiz mekanda  Ahmet kendisine bir puro seçti yanına da Porto ben Riesling den şaşmadım ve devam ettim. Biraz dumanlı olsa da çok hoş bir mekandı, servis sunum  her şey çok özenli idi. Böylece gecenin finali de çok keyifli geçmiş oldu…
Aslında Berlin’de yazacak çok şey var, ancak yazıyı bitirmeden bir öğle yemeği yediğimiz Block House’tan bahsetmeden geçemeyeceğim. Fazla kırmızı et sevmesem de orada yediğim , barbekü soslu et  o kadar yumuşak ve güzeldi ki, Ahmet ise bir sirlion yerken yanında benim gibi  şarap değil bir bira Markıscher Landmann Scwarzbıe içti.
Son olarak, Berlin’de herkesin bildiği gibi çok Türk yaşıyor, bir de bunlara bayram tatilini geçirmek için gelenler eklenince, her yerde, otelde, lokantada, alışveriş merkezlerinde her yerde Türkler vardı… Nerdeyse olmadıkları yerler mi Pergamonmuseum hariç müzeler; sanat galiba ikinci plandaydı Türkler için…. Türkçe’ye aşina olup konuşmaya çalışan  yardımsever  ve sevimli Almanlar olduğu gibi, Türk olduğumuzu öğrendiklerinde birden değişenleri de vardı ne yazık ki… Berlin hakkındaki son sözlerimse bir daha gideceğime eminim…

Yorum