Şarap ve Antik Felsefe

Suda yalnızca yüzünü görürsün,
Ama şarapta kalbinin bahçelerini…
Eski Mısır Atasözü

Dostlarım bahsettiğimde birazda ikircikli yaklaştılar konuma. Şarap ve antik felsefe. Kimi
sen de bu şarabı her şeye bağlamaya çalışıyorsun dedi. Kimi ‘takıntımı bu’ diye sordu. Eşim bile ‘abartıyorsun işte’ dedi. Ama okuyun anlatacaklarımı ve elinizi vicdanınıza koyup siz karar verin şarabın içinde sanat ve kültür olduğu gibi felsefe de yok mu?
Sevgili okuyucu hangi cins üzümden yapılmış şarap seversiniz?
Cabarnet, Merlot, Boğazkere ya da Öküzgözü. Yoksa Narince veya Sauvignon blanc mı? Peki asil bir beyaz olan Chardonnay’ye ne dersiniz? Fransa’nın Burgonya bölgesi üzümünün aslen  aynen Burgonya’daki gibi killi kalkerli topraklara sahip Kudüs’ün tepelerindeki bağlardan geldiğini söylesem size. Peki bu üzümün İbranice isminin Shaar-adonay yani ‘tanrının kapısı’ olduğunu bilseniz. Adonay ile eski Mısır’daki tek tanrılı din olan adon, aton ya da atonay’ı yan yana getirseniz nasıl bir yolculuk olurdu? İşte bir kadeh Chardonnay sizi aldı kutsal Kudüs’e, oradan tanrının kapısına ve nihayet eski Mısır’ın tek tanrılı dinine kadar götürüp bir inanç felesefesi üçgeni kuruverdi.

Eski Ahit’te de Kuran’da da anlatılır Nuh Peygamber. O ilk üzüm yetiştiren, bağ kuran ve şarap yapandır. Ağrı dağının zirvesinde bağ kurması ve şarap üretmesi mitolojik eserlere bile konu olmuştur. Gelin bilinen hikayeyi tekrarlayalım. Ağrı dağının zirvesinde tufandan kurtulan Nuh ve beraberindekiler tekrar yaşama tutunmaya çalışmışlardır. Hayvanlar çiftleşerek çoğalmış, küçük tarım girişimleri ve bağ oluşturulması gemide beraberinde getirdikleri tohumlar ve fidelerle sağlanmış yaşam tekrar olağan seyrini sürdürmeye başlamıştır ki bir gün Nuh sevgili keçisinin her zamankinden daha neşeli olduğunu fark eder. Keçiyi gözlediğinde onun yere dökülmüş ve ezilerek hafif fermente olmuş üzümleri yediğini görür, aynı yöntemi deneyerek ve geliştirerek ilk şarabı yapar. Neşeli ve mutlu hayatları kıskanç tanrıça Hera’nın ateşli nefesi ile bağları kurutması ile son bulur. Neşeleri kaçar. Nuh Hera ile konuşmaya karar verir. Hera ancak yanındaki hayvanlardan birer tanesinin kurban edilerek bağların kanları ile sulanması karşılığında bağları geri vereceğini söyler. Hayvanlar bunu kabul ederler. Sonunda bağ tekrar yeşerir ve herkes eski neşesine kavuşur. İşte bu nedenle derler ki kurban edilerek kanlarını şaraba katmış hayvanların özelliklerini taşır onu içenler. Tilki gibi zeki, saksağan kadar geveze, aslan gibi korkusuz, horoz gibi çığırtkan, keçi kadar inatçı,  köpek gibi kavgacı ve ayı kadar güçlü olurlar.
Nuh’dan eski olan Gılgamış destanında 10. tablette şöyle der; ‘Gılgamış ölümsüzlüğü ararken güneşin ülkesine varır, orada şarabını içenin ölümsüz olacağı büyülü bağları bulur. Asmalar ‘meyve yerine yakutlar yüklüdür’ ve bunlar ‘salkım salkım sarkarlar, onlara bakması o denli güzeldir’.Mısır mitolojisinde toprak tanrısı Geb ile gökyüzü tanrıçası Nut’un oğludur Osiris.  Set, Nephtys ve İsis’in kardeşidir. Kardeşi İsis’den olan oğlu Horus’dur. Derlerki diğer kızkardeş Nephtys İsis görünümünde muhtemelen şarabında yardımı ile Osiris’i baştan çıkartmış ve Anubis’i doğurmuştur. Diyotorus Siculus kayıtlarında mitolojiye göre bağları ilk kuran ve şarabı yapan Osiris’dir. Şarap Mısır tanrıları ve firavunları tarafından özel önemle korunmuş ve kah dini tapınma gerekçeleri kah eğlence ve kültürel amaç ile kullanılmıştır.
Yukarı Nil’de Abidos’ta bulunan ilk firavunlardan M.Ö 3150’lerde yaşamış Kral 1.Skorpion’a ait U-j kodlu mezarda firavunun son yolculuğuna çıkarken yanında neler götürdüğü saptanmıştır. Her türlü günlük kullanım eşyaları, savaş gereçleri, yiyecek kapları yanı sıra firavun son yolculuğuna birbirleri üzerine istiflenmiş 6-7 litrelik tam 700 toprak şarap testisi, özetle 4500 litre şarapla çıkmıştır. Yukarı Mısır’ın başkenti de olan Abidos, Osiris düşün ve felsefesinin merkeziydi.
Öte yandan 47 adedi kırılmadan sağlam bulunan testilerin Batı Şeriya ve Ürdün kazılarında bulunan testilerle aynı olduğu saptanmıştır. Yine Pennsylvania Üniversitesinde yapılan kromatografik ve spektrometrik ölçümlerde testilerde tartarik asit ve reçine gösterilmiştir. Bulunan az sayıda üzüm çekirdeği ve hatta üzüm sapı ve derisi Gaza ve Ölüdeniz kıyısında bulunanlarla aynıdır. Testiler Güney Filistin’de yapılmış aynı bölge şarapları ile doldurularak Mısır’a ihraç edilmiştir. Hatırlayın Chardonnay’yi.
Tutankamon aslında sıradan ve önemsiz bir firavundur. Yegane özelliği mezar yağmacılarının Krallar ve Kraliçeler Vadisinde başka bir mezarı yağmalarken döktükleri molozlarla iyice gizledikleri ve ancak 1922 yılında ‘hemen hiç dokunulmamış’ olarak bulunan mezarıdır. Hemen hiç dememizin sebebini de anlatalım. Kahire müzesinde firavunların çoğunun mumyası bulunurken Tutankamon’un mumyası yoktur. Mezarı bulan arkeolog Howard Carter fırsatını ilk bulduğu anda Tutankamon’un göğsündeki parafin-mumun içine gömülmüş değerli taşlara ulaşabilmek için kaynar su dökmüştür mumyaya. Mumya parçalanıp yok olmuş ancak olay ortaya çıktığında apar topar ülkeden kaçan Carter’a ikameti için verilmiş evin duvarları arasında saklanmış mücevherler ele geçmiştir ve Kahire müzesinde sergilenmektedir. İşte bu nedenle firavunun iç çamaşırından savaş aletlerine, şarabından değerli taşlarına kadar herşeyi korunmuş ancak mumyası bulunamamıştır. MÖ 1334’te tahta oturduğunda Tutankhaton (Tanrı Atona –Atonay_ın yeryüzünde yaşayan gölgesi) olarak biliniyor ve büyükbabası 3.Akhenaton’un oluşturduğu ATON tek tanrı inancının liderliğini temsil ediyordu. Mezarında 36 adet şarap amforası bulunmuştur. Bunlardan okunanların kil kapaklarında üretici, bağ ve yapan ustanın adı belirtilmiştir. Kil kapaktaki yazı aynen şöyledir:
‘4.yıl. Aten Evi’nin çok kaliteli tatlı şarabı
-Yaşam, Zenginlik ve Sağlık-
Batı nehri bölgesi.
Şarap ustası Apereşop’
Sümer’lerin ve onların yazı sistemini kullanan Hitit’lerin tablet yazıları içlerinde İlmiye Çığ’ın da bulunduğu Sümerologlar tarafından çözüldüğünde okunan tabletlerden biri hayret uyandırıcıdır. Şöyle demektedir tablet;
‘Onda olup da bende olmayan ne var?
O bana taze şarabını sunar,
Ben ona taze süt veririm.
O bana olgunlaşmış şarabını sunar,
Ben ona iyi peynirlerimden veririm.’
Bakarmısınız alışverişe. Günlük ihtiyaçlar için genç bir şarap ve süt, keyifli bir tadım için iyi bir peynir ve olgunlaşmış-dinlenmiş şarap.  6000 yıldır değerler fazla değişmemiş. İnsanlar her zaman iyi şarap ve peynirin peşinde olmuşlar.
Amforalar en iyi kayıt kaynaklarımızdır. Amforalar ile temelde zeytinyağı ve şarap taşınır. Amforaların üzerinde şarabın geldiği ülke, bölge, bağ ve nihayet şarabı yapan bağcının ismi yazılıdır. Mısır’da MÖ 2470 yılı kayıtlı amforalarda ‘Anadolu’dan gelen şarap’ ibaresi bulunmaktadır. Ege ve Akdeniz’de bulunan binlerce batıkta ya şarabın ya  da zeytinyağının ahı vardır. Doldurulan amforaların ağzı balçıkla kapatılmakla birlikte yine de sızmaması için teknelerin sintine tabir edilen en derin yerine serilmiş kum içine dik olarak saplanırlar. Böylece sallantıda dökülmezler. Ta ki tekne bir nedenle su alana kadar, kum ile birleşen su tekneyi bir demir çapa gibi denizin derinliklerine anında çekiverir.
Anadolu’da şarapla beraber ona eşlik eden sanatlar da gelişmiştir. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde altın ve gümüş kupalar, içi boş hayvan başlı kase ve karaflar yani rython ya da ritonlar bulunmaktadır.
Hititlerin bir duasında şöyle denmektedir;
‘kralın ekmeğini yer, şarabını içeriz, altın kadehlerden saf şarap içeriz’.
Bu şarabın hem elitizmin hem de dinsel ve ritüel kullanımının göstergesidir.
Hitit atasözü ise şöyle der;
Nuiza, ezattin, ekuttin duşkişittin’
yani ye, iç ve mutlu ol.
Günlük yaşama bu kadar girmiş şaraba verdikleri ad MÖ 1600 lerde yazılmış tabletlerde görülmektedir;: Wiyana. (wine).Hitit’lere ait  kaya oyuntuları (MÖ 8 yüzyıl) Konya Ereğli İvris de bulunmuştur. Bu taş kabartmalarda Tanrı Tarhu sağ elinde üzüm sol elinde başak karşısında ona dua eden kral Warpalawas . Bu kabartmada tanrı krala başak ve üzüm yani ekmek ve şarabı tavsiye etmektedir ve sağ eline üzümü alarak ona bir anlamda öncelik vermektedir.
MÖ 2000 döneminde Hitit kanunları şarap ticaretini belirlemiştir.
Hitit Kanunu 185A: 1 iku (3,6 dönüm) bağ = 40 şekel (12.000 TL)
HK 107: Bağa koyun girer hasadı yerse  10 şekel (3000 TL) ceza ödenir
HK 183: 1 parisu (30 litre) şarap= 0,5 şekel (150 TL)
Kuzeyde üretilen şarap Dicle ve Fırat nehirlerinden güneye taşınırdı. Gaziantep yakınlarındaki Karkamış’da 1 lt şarap 5 Tl iken Babil’e ulaştığında litresi 16 TL ye çıkmaktaydı.Bodrum’lu Heredot,  Tarihler adlı eserinde özellikle Ermeni tacirlerin şarabı güneye nasıl taşıdıklarını anlatır. Dicle’nin yukarısında önce söğüt ağaçlarından yuvarlak bir iskelet çatar, üzerine bir ambar oluşturur ve bunu kaplayacak şekilde derileri gererler. Şarap küplerini yükler, sala en az bir de eşek alırlar. Sal Babil’e ulaştığında yük boşaltıldıktan sonra ağaç ve iskelet satılır. Deriler dürülerek eşeklere yüklenerek tekrar kuzeye yukarı Dicleye ikinci bir sefer için yürüyerek geri dönerler.
Arkeobotanistlere göre üzüm Gürcistan-Ermenistan-Doğu Anadolu üçgeni içinde bir yerde ehlileştirilmiş ve ilk bağlar oluşmuştur. Üzüm buradan Levant ( bugünkü Filistin-İsrail),  Mısır ve Batı Anadolu’ya yayılmıştır. Karbon-14 testi ile yapılan çalışmalarda erken dönem üzüm Diyarbakır-Ergani’deki erken neolitik yerleşim olan Çayönü’nde (MÖ 7250-6750) bulunmuştur. Şaraba ait en erken bulgu ise İran’daki Hacı Firuz tepesinde bulunan MÖ 5400 yıllarına ait toprak bir testinin iç duvarına sıvalı tanen, tartarik asit ve kalsiyum tartar kalıntıları ile gösterilmiştir. Tartarik asit doğada sadece üzümde bulunur.
Mısır, Mezapotamya ve Anadolu’da bunlar olurken Zerdüşt dininin kutsal kitabı Avesta’da Pers ülkesi kralı Cemşit anlatılır. Öyküsü şöyledir; Kral Cemşit bağ bozumu sonrası çok sevdiği üzümleri bolca, kışın bile yemeği umarak büyük küplere doldurulup mahsende saklanmasını emreder. Zaman içinde üzümler çatlayarak fermantasyon ile köpürmeye başlar ve farklı kokular yükselir. Bunun zehirli olabileceğini düşünen Cemşit, küplerin üzerine zehirlidir diye yazdırır. Depresyona giren cariyelerinden biri ölmek ister ve zehirli sıvıdan içmeye başlar. Zaman içinde cariyede ne gam kalır ne keder. Durumu Cemşite’e anlatır cariye, ondan sonra Cemşit’in ve tören yemeklerinin vazgeçilmez içkisi olur şarap.
Tahtı Cemşid, İran ve dünyanın en eski tarihi kalıntılarındandır. Şiraz’ın 47 km kuzeyinde Rahmet dağının eteklerinde, 135.000 metre karelik geniş bir alanda yer almaktadır.

Yüzyıllar sonra Ömer Hayyam (1048-1131) anlatır Cemşit’i rubaisinde:
Yıkık bir saray bu dünya dedikleri
Gece ve gündüz atlarının durak yeri
Yüz Cemşit’den arda kalmış bir dünya bu
Yüz Behram kendinin sanmış bu gökleri

Aynı HAYYAM şöyle tarifler bağ ve şarap doğasını:
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken

Hayyam için  “Eğer Şiraz’ın şarabı olmasaydı, şiir yazamazdı” denir.
Gerçi Hayyam, Şiraz’da doğmamış ama birkaç kez gelip konakladığı bu şehre ve civardaki bağlara vurulmuş, tutkusunu şiirleştirmiştir:
Dünyaları değişmem kızıl şaraba
Ay da ondan sönük, çoban yıldızı da
Şarap satanların aklına şaşarım
Ondan iyi ne var alınacak bu dünyada?

Hafız-ı Şirazi:
Yahya Kemal Beyatlı, Rindlerin Ölümü şiirinde şöyle der:

Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde.

Bu şiirde selam ettiği Hafız’ın kabri, Şiraz’dadır. Hafız, Doğu felsefesinin ışığı olan, Goethe’ye ilham veren Divan’ını Şiraz’daki bağ evinde yazmış.
En çok şarabını sevmiş şehrinin:
Zevku safa ve işret fidanı yetişiyor, gül yanaklı saki nerede?
Bahar rüzgárı esiyor, lezzetli şaraplar nerede?
Her taze gül daima bir gül yanaklıyı hatırlatmakta
Fakat, söz dinleyecek kulak, ibret alacak göz nerede?

Hayyam’ı biz dörtlükleri ile büyük bir şair olarak biliriz ama o aynı zamanda döneminin ünlü bir matematikçisi ve astronomeridir. Meşhur Hayyam Üçgeni ve Kübik denklemin geometrik çözümünü bulandır o.
17. yüzyılda bölgeye gelen Avrupalı tüccarlar, Şiraz şarabını ülkelerine, Afrika’daki kolonilerine ve Hindistan’a ihraç etmeye başlamış. 1677’de hasır örülü şişeler kasalanıp katır sırtında 160 kilometre uzaklıktaki Büshehr ve Ganaveh limanlarına ulaştırılıyormuş. 19. yüzyılda Şiraz’a demiryolu gelmiş. Demiryolu şirketinin temsilcisi İngiliz doktor C. J. Wills, anılarında şarabın toplumsal vazgeçilmezliğini şöyle anlatıyor: “Molla Hacı Ali Ekber, evimde şarap yapamam çünkü ben bir imamım, dedi. Sonra devam etti: Şarap üretmek için Yahudilerle işbirliği yaparsam işler daha da kötüye gider. Aslında gerçek bir şarap meraklısıyım. Sahip, bu işi senin evinde yaparsak bir taşla iki kuş vururuz: Hem elimizin altında birinci sınıf şarabımız olur, hem de hakkımda dedikodu çıkmaz…”

Hitit-Luwien tanrıları Tarhu ve Runt zaman içinde bölgede Yunan tanrıları Zeus ve Hermes’e dönüşecektir. Yine tanrı Sandon yunan mitolojisinde Herakles olarak vücut bulacaktır. Başlangıçta ana tanrıça kültü karşısındaki edilgenliğini savaşlar ve avcılıkla atan erkekler zaman içerisinde kadının doğurganlığındaki rollerinin ayırtına vardıkça ana tanrıçadan erkek tanrılara doğru bir değişim yaşanacaktır. Anadolu’daki bu ciddi, güçlü, inanılan ve korkulan ama her şekilde örnek tanrı ve tanrıçalar, yerleşik yaşama geçen eski yunan halkları tarafından önce titanlara ve ardından Zeus’un egemenliğinde güncel yaşamları olan, ölümlüler gibi yaşayıp, aldatan, çalan, suç işleyen, içen ve hatta öldüren mitolojik figürlere dönüşürler. Aslında toplum bir aynaya yansıtarak kendini, tanrılar özelinde kendi kabahatlerine moral ve hukuksal zemin hazırlamaktadır.
İşte bu tanrılar arasında Helen Dionysos ve ardılı Roman Bachus aslında Osiris’in eski Yunan ve Roma’daki yansıması ya da tekrarıdır. Dionysos Zeus ve Semele’nin oğludur ve  Olympos’da yaşar. Osiris MÖ 300’lerde artık Dionysos’a dönüşür. Kimi kaynaklarda iki kişilik gibi Osiris-Dionysos diye bahsedilir. Ardından Dionysos Roma egemenliğinde Bacchus adını alır. Benzerlikler İsa ile sürer. Genel kabul görmüş görüşe göre İsa sosyal içicidir. Özellikle Cana’daki düğünde suyu şaraba dönüştürme mucizesi resmedilmiştir (Cana’daki Düğün: John 2:1-11).
Yine belgelere göre ’Son Akşam Yemeği’nde’ şarap içmişlerdir. Orada İsa bir kadehe şarap doldurur ve 12 havarisine sırayla uzatır, ve der ki; ‘bu şaraptan içiniz, bu benim akıtılacak olan kanımdır’. Ardından bir ekmeği parçalar ve dağıtır, der ki ‘ bu ekmekten yiyiniz, bu benim bedenimdir’. Bu doğal olarak tüm dünyadaki Hıristiyanları etkilemiş şarap genel kabul görmüştür. Kiliselerde Pazar günleri ve bayram günlerinde ekmek şarap ayini bu nedenle yapılır. Eğer şarap İsa için iyi ise, diğer insanlar için de iyi olmalıdır. Ortaçağ Hıristiyanlık ve kilise bağ ve şarapçılığı geliştirdi.
Bağ ve şarap kültürü MÖ 1500 de Finikeliler eski Yunanistan’a götürmüştür, MÖ 600 lerde İtalya ve Fransa ya ulaşmıştır. Biz Anadolu’lar Avrupa’lılardan en az 5000 yıl önce şarapla tanışmışızdır.

Gelin gözlerimizi kapatalım ve bir sahneyi canlandırmaya çalışalım birlikte. Shaekaspeare’in 1600 lerin hemen başında yazdığı Antonius ve Cleopatra adlı eserinin girişini biz betimleyelim;
Sahne açılır, ortam karanlıktır. Cleopatra uzun oturmuş, alımlı ve seksidir,
Antonius ise ayakta ve her zaman ki gibi güçlü, cesur görünümlüdür.
Her ikisinin de elinde birer gümüş kadeh vardır.
Cleopatra kadehini yudumlar ve
‘Beni ne kadar sevdiğini söyle Antonius’ der.
Antonius ‘Ölçülebilen sevgi zavallıdır!’ diye cevaplar.
‘Peki ama ben yine de ölçmeye kalkarsam’ der Cleopatra.
‘O zaman kendini bambaşka bir dünyada bulacaksın’ der Antonius.

Belki bu konuşma hiç olmamıştır, ama kadehlerindeki şarap kesinlikle bir Falernum’dur. O dönemin en büyük şarabı, bir Grand Cru: tatlı beyaz Falernum. Campania’nın bu büyük şarabını Antonius ve Cleopatra gibi o dönem dünyasının neredeyse hemen tamamına sahip olanlar içecektir doğal olarak.

Gaius Petronius (MS 27-66) ikibin yıl önce yazdığı büyük kitabı Satyricon
(yani Kara Mizah) da anlatır Falernum’u.
‘..Sonra, hepsi özenle etiketlenmiş ve ağızları mühürlenmiş şişeler geldi:
‘Falernum, Konsül Opimius, 100 yaşında’
Biz etiketleri incelerken Trimalchio sevinçle ellerini çırptı: ‘Bu şarabın biz fanilerden daha uzun ömrü oldu’ dedi. ‘o zaman biz de damaklarımıza bir şölen çekelim. Şarap yaşamdır. Size gerçek Falernum, Opimianum’u sunuyorum.’

Eski bir Mısır duası ile bitirelim;

Osiris ölümlü ruhlarımızdan su,
Serin rüzgar ve şarabı esirgemesin.

Referanslar: Prof.Dr. Ertan Anlı ,Yunus Emre Kocabaşoğlu (notlar) Karaf Magazin (eski sayılar)
Bu yazı Karaf Magazin Temmuz Eylül 2012 tarihli 51 sayısının 38-41 sayfalarında yayınlanmıştır.

Yorum