Supertuscans ve Barolo (2)

Aklımız Argentiera’da iken arabamız ve daimi şöförümüz Çağan, aksam konaklayacağımız Sestri Levanteye doğru yola koyulmuştu. Sanki Bisernoda tıka basa kahvaltı etmemiş ve ardından o devasa Bistecca Fiorentina’yı gövdeye indirmemişiz gibi acıkmıştık. Tamam şarap vücudu susuz bırakıyor kurutuyordu ama galiba acıktırıyordu da. Çağan o 200 km’yi kuş gibi uçuverdi. Sestri Levante denen o müthiş güzel sahil kasabasına vardığımızda acele ile otelimizi bulduk. Hemen yerleşip, kendimizi Cantine Cataneo  isimli restoranı bulmak üzere yollara attık. Gürcan’ın hem yürüyüp kendimize gelelim hem de biraz şehri tanırız önerisi beni biraz kaygılandırsa da , kimse itiraz etmeyince kaybolma endişemi unuttum. Neyse ki küçük bir de-tour ile spor kompleksi ve benzincilerin arasindaki restoranı bulduk. 40 yıl düşünsem orada lokanta var demezdim. Ama burası Italya. Kapida bizi lokantanın sahibi Nadja karşılıyor. Düşünmeden edemiyoruz olgun Italyan kadınları hep Sophia Loren gibi alımlı ve güzel mi olmak zorunda. Sanki şarap gibi olgunlaştıkça güzelleşiyorlar. Argentieranın yaptırmış olduğu rezervasyonun etkisi ile de olsa gerek diye düşündük, Nadja sabırla 4 erkekle tek tek uğraşıp siparişlerimizi aldı. Hala hafif çakırkeyf olduğumuzdan şarap siparişi oldukça uzun sürdü. Daha tadacak Bolgheri şarabı kalmamıştı. Tabii onların üstüne halk şarabı Chianti içilmez ki canım (sanki İstanbul da kimse Chianti içmiyor), peki peki bir Sicilya şarabı olsun falan derken 2002 rekolte Feudi San Gregorio’nun tek bağ Merlot üzümünden PATRIMO’da karar kıldık. Ne de olsa bir gün sonra bol bol Barolo içecektik. Önden ikram edilen amuse bouche, somon mouse ve prosecco çok yakışmıştı. Pastalar geldiğinde masamızda fır dönen garsonumuz ve lokanta sahibi Nadja, elinde tartufo ve özel bıçağı ile tabaklarimiza nefis kokuları doğramaya başlamıştı. Merak etmenize gerek yok Patrimo gibi bir şarap € 75 iken biz tartufolar icin € 100 hesap ödedik. Ama, gerek ana yemeklerimiz gereksede önden aldığımız pastanın her kuruşuna değerdi. Patrimo’mu?  Sadece 40 dönüm dik bir yamaçta  kurulu olan bu bağın olduğu cografya, çok kişiye göre uygun olmaması gerekmekte. Campania bölgesinin göbeğindeki bu arazi hem volkanik bölgenin mineral özelliklerinden faydalanıyor, hem yüksekliğin getirdiği sıcaklık farkından yararlanıyor. Nefis bir ön burun, kuru erik, vişne kompostosu ve meyankoku ile birazda baharatsı aromalar ağzınızda bir meyve bombası oluveriyor, ama her damlasında ben cok asil bir şarabım diyor. O akşam yemeğimiz her türlü duyu organımıza çok hitap etti. Nadja ile vedalaşıp bu sefer daha az kaybolarak otelimize döndük. Sabah nede olsa erkenden Alba’ya doğru yola koyulacaktık.
Kalan 200 km’yide bizler uyuklarken Çağan bir çırpıda gidiverdi. Öğlen saatinde Beni di Batasiola’da tadım masasına oturmuştuk bile. Chardonnay Langhe single vineyard La Morino ve Gavi di Gavi şaraplarını denedikten sonra Langhenin ağır toplarına geldi sıra. Önce 2008 Standart Barolo ve Barbaresco ile başladık. Barbaresco zarifliği ile bizi etkiledi. Uzun şövalye masamızda hafif çiçek kokuları olan ve arkadan taze meyvelerin ortaya çıktığı bu şaraptan etkilendik. Tam o anda ortaya Barolo çıkıverdi. Sanki masaya yumruğunu vurmuştu. Ben şarapların kralıyım diye. Halbuki hepimiz Batasiolaya gelirken bu bölgedeki en büyük şaraphanelerden birisinde çok sıradan şaraplar ile karşılaşacağımızı sanıyorduk. Fakat 2,5 milyon şişeden fazla şarap yapan bu firma sanki butik imalatçı gibi şarap üretmekte. Tek bağ Barololara gelince, sırasıyla Villa Bofani, Cerequio ve La Corda della Briccolina’yi denedik. Bunlardan La Corda della Briccolinaya özellikle vurgu yapmak istiyorum. Serralunga D’Alba bölgesinde bulunan bu  bağ herhalde bölgenin en kıymetli bağlarından birisi. Kuru gül kokusu, bunu beklemek lazım. Toprak, truf veya bölgede anıldığı gibi tartufo bunlarda burnunuza geliyor. Barolo’ların klasik tanımı “Kadife eldivende demir yumruk” Ama asıl etkileyici olan 2006 rekolte bu şarap hala çok çok genç idi. Zaten Piemontede 10 yaşından genç şarap içenlere kötü göz ile bakıyorlar.  Buradan yemek davetini reddetmek zorunda oldugumuzu söyleyerek çıkıyoruz, çünkü Albanin göbeğinde başka bir şarap firmasında randevumuz var ve aç olduğumuz halde vaktimiz yok. Alba tren istasyonunun yanında ben panini mağazasını görüyorum ve hemen duralım diyorum. Seyahatimizin en kötü yemeğini yiyoruz. Soğuk paninileri sarhoş olmamak için götürüyoruz. Sonra doğruca Pio Cesare şaraphanesine. Buraları herhalde Albanin en dar sokaklari, GPS’imiz bizi sürekli ters yöndeki bir sokağa sokmaya çalışırken geri geri giderken arkamızdaki Lancia arabaya vuruyoruz. İçinden İngilizce bilmeyen bir hanımefendi çıkıyor ve ben ne yapacağım şimdi demeye başlıyor. Biz bütün Türklüğümüz ile anlaşmaya çalışırken, o dört tane adam karşısında destek kuvvet istedi. Neyse kocası gelince polis falan çağırmaya gerek kalmaksızın zararı için (Aslında bizim yaptığımız zarardan fazla vuruk vardı arabada, hanım şöför!!!) bir miktar para vererek, anlaştık, Tarzanca tabii. Herhalde bizim verdiğimiz paradan çok memnun kaldılar ki gene bekleriz diyerek bizi yolculadilar. Cesare bizi kapida karşıladı. Bu ailenin Kıbrıslılar gibi garip bir adeti var baba soyadlarını isim olarak veriyorlar. Cesarenin büyük büyük dedesi yani 5 nesil öncesi 1881 senesinde şimdiki binalarında şarap yapmaya başlamışlar. Hala aynı binada şarap yapıyorlar. Hatta bu iş öyle bir tutku haline gelmiş ki sonunda  MO 50’lerde yapılmış Roma duvarlarını da koruyarak, yepyeni bir fermentasyon odası, fıçı mahzeni ve yepyeni bir şişeleme hattını yerin tam 12 metre altını oyarak yerleştirmişler. Bunu yaparken eski binalarını ve eski  Roma duvarlarını olduğu gibi saklamışlar. Yani tam bir restorasyon harikasi. Tabii bu kadar tutkunun bulunduğu bir yerde çıkan şarapları tatmak için daha fazla beklemeye tahammülümüz kalmadı. Cesare’de bizi daha fazla inletmedi. Bu saate kadar paslanmaz tankları görmekten bıkmış Uğur çocuklar gibi  sevindi.
Buradan sonra gideceğimiz Rivetto aklımızda ama Cesare’nin bize tattirmak istediği şaraplar sürüsüyle. Beyazları boş ver ısrarlarımıza rağmen 2011 Gavi DOCG ile tadıma başladık. Egzotik meyveler ve yeşil tonlarını hem damaklarımızda hem de burunda aldık. Ama tek bağ üzümlerinden yapılan 2009 Piodilei Chardonnay Langhe DOC bizi, Batasiola da içtiğim Chardonnay ile karşılaştırmaya itti. Valla hangisi daha zarifti uzun uzun düşündük. Ardından gelen güçlü 2010 Fides Barbara D’Alba tek bağ şarabına burun kıvırırken bardaklarımızdaki ixirin mükemmelliği bizi şaşkına çevirdi. Hem denge hemde aromatik zenginlik ile usta elinden çıkmış bir şarap ile karşılaştık. Tam bu sırada karşımıza çıkan Barolo DOCG 2009 tadarken bir sonraki randevumuza ne kadar geç kaldığımızı fark ettik. Cesare aksam nereye yemeğe gideceğimizi sorarken elimize bir şişe tek bağ Barolo’su “Ornato” 2008 tutuşturuverdi. Üstelikte Ca’ del Lupo’da  Stefano’yu  arayip bizim ana yemeğimizle bu şarabı içmemizi tembihlemiş. Eh yapacak fazla bir şey yok. Alba’dan arabamıza binip Serralunga D’Alba’da  geceyi geçireceğimiz Rivetto’nun The Farmhouse Agriturismosuna 15 dakikalik yolu karanlıkta dağlarda kaybolarak bir buçuk saatte ulaştık. Kılavuz olan ben karga  suçlamalarına maruz kalaraktan, vardığımızda pestil halde idik. Düşünsenize sabah sabah kör karanlıkta yola koyulup Alba’ya vardik ve şarap tatmaya başladık çok kötü sandviçler yedik, daha da şarap içtik ve sonra birde kaza yaptik sonra daha da şarap içtik ve dağ yollarında kaybolduk (GPS kurbanı olarak) Odalarımıza girdiğimizde herkes derin bir ohh çekti. Hadi size şaraphaneyi dolaştırayım deyince Uğur bayılmak üzereydi. Neyse ki çabuk bir fıçı tadımı ile yeni gelişmekte olan geleneksel bir üzümden yapılan Langhe Naschetta DOC deneyerek bu üzümü geliştiren meraklı 4 şaraphaneden birinin ürününü tattık. Fakat daha önce gittiğimiz şaraphanelerden cok daha sempatik ve ufak olan Enrico Rivetto’nun tadım odasina oturduğumuzda 4 yaşındaki kızının yaş günü henüz bitmemişti. Oradaki misafirler  İstanbul’dan kalkıp Enrico’nun şaraplarını tatmaya geldiğimize inanamadılar ve bizimle futbol muhabbeti yapmaya başladılar. Ancak masaya 2006 rekolte Comune Serralunga D’Alba Barolo DOCG gelince şapkalarımızı çıkardık. Parker abinin 96 puan ile aferin verdiği bu şarabı bizde yudumlarken saygı duruşunda bulunduk.  Tabii ki o kadar geç kalmıştık ki Enrico’da koltuğumuzun altına bir Barolo Riserva sıkıştırıp hadi lokantaya gidiyoruz dedi.
Stefano bizi 40 yıllık dostu gibi karşıladı. Enrico’nun yanında Cesare’nin tembihini hatirlatti. Biz o arada zaten çakırkeyif vaziyetteydik. Sofraya oturduk ve karşımıza gecenin ilk sürprizi geldi. Ca’ del Lupo Restaurant yani Türkçesi ile Kurt’un yeri Türkçe menüleri önümüze koyuverdi. Neler yedik anlatmayacağım. İçtiklerimizi anlattım, yediklerimiz bizde kalsın ama su kadarını söyleyeyim, bir yıllık tartufo kotamızı doldurduk. Buna rağmen ödediğimiz hesap İstanbul’da bir pizza lokantasının hesabını ancak karşılardı. Galiba Stefano’da sarhoş olmuştu…….  Tabii oradan buradan gelen şaraplarımıza para vermediğimizi söylemem lazım.
Sabah dönüş yolculuğumuz başladı, öğleden sonraki uçağımız için hazırlanırken sabahta bir şaraphane ziyaret etmezsek ayıp olurdu. Barbaresco’daki Moccagatto son şaraphane durağımız oldu. Martina, kurucunun kızı, Monte Carlodan gelen Rolce Royce Silver Shadow ile gelen misafirleri ile ilgilenmeyi bıraktığında biz acaba uçağımızı kaçıracak mıyız paniğine girmiştik. Neyse ki biz tadıma çok hızlı bir şekilde başladık. 2007 Moccagatto Barbaresco Bric Barin bizi topluca büyüledi. Yolluklarımızı yüklendik ve arabamıza sığmaya çalışarak sonunda Bologna’da uçağımızı yakalamak üzere yola çıktık.
Bakın THY €99’ luk tarifelerini gene uygulamaya koymus. Siz programınıza bakın ve önceden programlayarak benzer turları kendiniz düzenlemeye hazırlanın. Emin olun cok zevk alacaksınız. İstanbul’ a dönünce çok rejim yapacaksınız ama hayatta böyle zevkleri kaç defa yaşıyorsunuz ki????

 

1/7/2013
Yorum