Alp’lere Dayanmış Akdenizli Dolceacqua ve Şarapları

İlginç bir ülkedir İtalya. Türkiye’ye benzer yanı çoktur. Özellikle iklim ve coğrafya bakımından Türkiye gibi, bölgelere göre çok farklılıklar gösterir. Kuzey bölümü tıpkı Avusturya veya İsviçre gibiyken, güneyi iklimsel bakımdan Kuzey Afrika’yı andırır. Yalnızca coğrafi olarak değil, kültürel olarak da öyledir. Örneğin Kuzey ve Kuzeydoğu’da Almanca konuşulur, şehir isimleri, üzüm isimleri, insanların fiziki görünümleri aynı Almanya gibidir, güneyde ise Arapça etkisi çok belirgindir. Bazen aynı bölgede hem zeytin, portakal yetişir hem de kayak yapılır. Aynı bizim Antalya gibi. İşte bu yazıda böyle bir bölgenin, hem zeytin ve portakal yetiştirilen hem de kayak yapılan, ve tabii ki çok güzel şaraplar üretilen İtalya’nın kuzeybatısında bulunan Liguria bölgesinin  Fransa’ya yakın bölümü ve bu bölgenin şaraplarını anlatacağız.Güneydoğu Fransa’nın güzel şehri Nice’den çıktığımızda Monaco’dan geçip, ‘çene’ anlamına giren ve bir insan kafasını andıran Fransa’nın çenesi konumundaki Menton şehrini geçtikten hemen sonra Ventimiglia şehrinden İtalya’ya gireriz. Güzel havalarda bile pek sempatik görünmeyen bir şehirdir Ventimiglia. Akdeniz’in en güzel kıyısında onca şirin beldeyi gördükten sonra adeta ‘biraz da çirkin bir yer görün de şu ana kadar gördüklerinizin değerini anlayın’ türünden bir yerdir.  Oysa ki ortalama İtalyan şehirlerinin güzel görünmesi için havanın güneşli olması yeterlidir. Fransa sınırında olmakla birlikte Fransız değildir Ventimiglia. Daha ziyade Fransa’daki Nice ve Monaco İtalyan’d

ır. Yani Akdeniz’in bu bölümünde gözle görülür bir İtalyan etkisi görülür.

Ventimiglia’dan yani Akdeniz’den dağlara yönelip virajlı bir yolda yaklaşık 7 km ilerleyince karşımıza Dolceacqua çıkıyor. ‘Tatlı Su’ demekmiş Dolceacqua. Biraz bizdeki belde isimlerine benzer. Hani ‘yeşilpınar’, ‘soğukpınar’ tarzı yerleşim yeri isimleri vardır ya, bu da öyle.  Adını Alplerden gelen bu ‘Tatlı Su’ dan alan ve bu nehrin kenarında bir ortaçağ yerleşimi  olan Dolceacqua biraz şu  meşhur Mostar Köprüsü’nü andıran tek ve uzun kemerli bir köprüyle ikiye bölünmüş. Nehrin karşı yakasından kente baktığında son derece şık bir köprünün ardından göğe yükselen, gri taşlardan oluşan bir kale şehir burası.Ancak asıl sürpriz evlerin arasındaki dar sokaklarda başlıyor. Bu mimari harikası şehrin evlerinin duvarları adeta bir kale gibi dışarıya kapalı ama içe bakan pencereleri ve balkonları neredeyse biribirine kavuşacak kadar yakın ve sıcak bir görüntü oluşturuyor. Burada  zaman adeta durmuş, bir ortaçağ filmi çevirmek için –hiç abartmıyorum- hiçbir şeye dokunmaya, hiçbir şeyi yerinden oynatmaya  gerek yok gibi bir yer oarak beliriyor. Nehrin kenarındaki meydandan yöresel şarapları üreten kooperatifi dükkanının önünden ara sokaklardan birine dalıyoruz. Sokak o kadar dar ve binalar da yüksek ki, sanki bir binaya girmiş gibiyiz. Gün ortasında bile kapkaranlık sokaklar bunlar. Binaların arasında yürürken göğü görmek için kafamızı en yukarı kaldırmak gerekiyor. Yukarılara bakınca balkonlarda çiçekler görülüyor. Bu karanlıkta, bu kadar dar sokaklarda bile Avrupa Uygarlığı’nın simgelerinden biri olan balkondaki çiçekler karşımıza çıkıyor. Taşların soğukluğu sanki çiçeklerle telafi ediliyor. Evler aynen 14. yüzyılda olduğu gibi korunmuş bu köyde  ve burası bir tür sanat köyü haline gelmiş. Daracık karanlık sokaklarda karşımıza resim ve heykel atölyeleri çıkıyor.  

Birçok Avrupa şehri gibi Dolceacqua’nın da bir kalesi var. Castel d’Oria. Kalenin adı şu ünlü Doria ailesinden geliyor ki, bu ailenin önemli fertlerinden bir tanesi bizim çocukluk öğretim hafızamızda önemli bir yer tutuyor. O’nun adını biraz da mutlulukla anıyoruz. Ne de olsa yenmişiz tarihte Dolceacqua’lı Andrea d’Oria’yı. Medarı iftiharımız olan ünlü Preveze deniz savaşında Barbaros Hayrettin’in Andrea Doria’ya Akdeniz’i nasıl da dar ettiğini keyifle hatırlarız. Hatta o savaşta Doria’nın gemilerinde askerleri cesaretlendirmek için Dolceacqua şarabı bulunduğu bile söylenegelmiştir. Aslen Ceneviz’li olan  Doria ailesi askeri ve ekonomik bakımdan ortaçağ Avrupa’sına damgasını vuran 4 büyük aileden biri olarak bilinir ve 1270 lerde ailenin zengin fertlerinden Oberto d’Oria günümüzde görülen Dolcacqua’daki kaleyi inşa ettirmiş. 16. yüzyılda şehir günümüzde Monaco’nun egemen hanedanı olan ve ünlü aktris Grace Kelly ile Prens Rainier’nin ailesi, bir diğer güçlü Cenova ailesi Grimaldi’lere geçmiş ve 1860 da İtalya’nın kurulmasıyla İtalya’ya katılmış.                                                                                                                             Nehrin kenarında iki kahve var. Bunlardan birisi aynı bizdeki köy kahveleri gibi, hiç kadın yok. Köylü amcalar bir araya gelmiş kah sohbet ediyorlar, kah kağıt oynuyorlar.Buraya kadar Türkiye’ye çok benziyor. Ama içeriye daha dikkatli bakınca beylere şarapları getiren kişinin orta yaşı hayli üstünde bir hanımefendi olduğunu görmek ilginç bir manzara oluşturuyor.
Dolceacqua’nın bir de şarabı var: ‘Rossese di Dolceacqua’. Bu isim ‘Dolceacqua Kırmızısı’ diye tercüme edilebilir. Bir yandan zeytin ağaçlarının hissettirdiği Akdeniz iklimi, öte yandan yalnızca birkaç kilometre ötede başlayan Alplerin dondurucu soğuğunun son derece ilginç iklim koşulları oluşturduğu bu bölgede bir o kadar ilginç bir üzüm çeşidi çıkmış. Dağların sarp yamaçlarında neredeyse yabani bir asma olarak yetişiyor Rossese ve bu yüzden klasik bir asmadan çok bir ağaca benziyor.

Aynı zamanda da tarihi bir üzüm çeşidi olan Rossese’nin ilk keşfi 15. yüzyıla gidiyor. Bizim de Barbaros Hayrettin’le yaptığı ünlü Preveze Savaşı’nın komutanı Andrea d’Oria’nın ailesinden, bir diğer donanma komutanı Bernabo d’Oria bu şarabı savaşa giderken gemisine alıyor ve savaşmadan önce cesaretlensinler diye askerlerine biraz içiriyormuş. İşte Rossese üzümü bizim meşhur Cenova’lı Doria’lar sırasında sevilmeye başlamış. Hatta rivayete göre kaynağı tam bilinmeyen bu üzüm Doria’ların askerleri tarafından uzaklardan bu topraklara getirilmiş.

Daha sonraki dönemlerde bu üzümden yapılan şarabın bir başka ünlü hayranı oluyor: Napolyon Bonaparte. Bu Akdeniz’li komutan, Akdeniz tatlarına büyük hayranlık duyuyor ve iktidarı dışında pek haz etmediği başkent Paris’ten uzaklara kaçmak için her yolu deniyor. Bu yol da çoğunlukla savaş oluyor tabii. Napolyon tüm İtalya’yı fethediyor hatta Osmanlı’ya esir düştüğü Mısır’a bile gidiyor. İşte İtalya seferlerinin birinde Dolceacqua yakınlarında konaklıyor ve kendisine sunulan bu şarabın tadını çok beğeniyor ve Liguria’dan her geçtiğinde bu şarabı içiyor.Rossese şarabını içmiş olması son derece muhtemel bie diğer kişilik de ünü ressam Monet. Kendisi 1884 yılının şubat ayında geldiği kente bayılıyor, hatta ünlü köprünün de resmini yapıyor. Rossese di Dolceacqua 1972 erken bir tarihte DOC yani kaynak adlandırma garantisi belgesini almış. Bu, üzümün üretilebileceği en iyi toprakların belirlenip yalnızca o bölgelere üretim izni verilmesi anlamına geliyor. Rossese aslında İtalya şarapçılığının son derece tipik ama aynı zamanda ilginç bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Nüfusu iki bind

en bile az bir köy, bu tip bir belgeye sahip olabiliyor ve son derece sınırlı miktarda üretilen bu şarabın ünü ülke sınırlarını aşabiliyor.

Rossese üzümü bu sınırlamanın getirdiği kurallara uygun olarak 14 köyün tarım alanında yetiştiriliyor. Bölgede arazinin çok eğimli yapısı çiftçileri hayli zorluyor. 300 metre ile 600 metre arasında rakımda yetiştirilen bu üzümü Akdeniz’in yakıcı güneş ışığından korumak gerekiyor. Bu yüzden üzüm bitkisi bir tel vasıtasıyla yukarı doğru uzatılıyor, yapraklar altta kalan salkımların üzerini bir şemsiye gibi örtüyor. Rossese’nin yaprakları büyük, salkımları ise orta büyüklükte oluyor. Tanelerinin de koyu menekşe rengine çalan bir tonu var. Rossese şarabı da yetiştirildiği toprak gibi Akdeniz’li. Genç, meyvemsi bir kokuya sahip olmakla tanınıyor. Bu şarap genç olarak tüketildiğinde önerilen içim ısısı 16 derece. Gençken tüketilebildiği gibi bu şarap 8 yıla kadar bekletilebiliyor. Rossese şarabının alkol derecesi %12, ancak 1 yıl kadar meşe fıçıda bekletilen ‘superiore’ tipinin alkol derecesi %13 e kadar çıkabiliyor. Bu şarabın yıllık toplam üretim miktarı 300,000 şişeyi genellikle geçmiyor ve bu miktarın en fazla üçte ikisi satışa sunuluyor. Geri kalanı da bölgede yerel olarak tüketiliyor. Doceacqua ve civar köylerdeki insanların bir diğer etkinliği de avcılık olduğu için bu şarap örneğin bölge mutfağında önemli bir yer tutan tavşan etiyle de eşleştirilebiliyor. Sossuz, yalın olarak kızartılan tavşan için normal Rossese, soslu tavşan etleri için ise Superiore tipi öneriliyor.
Özetle Rossese di Dolceacqua, 300’den fazla üzüm türünden yapılan şaraplarıyla dünyada boy gösteren italya’nın gizli kalmış bir lezzeti olarak karşımıza çıkıyor.

Yorum