Hangisi Büyülü; Ada mı Şaraplar mı?

Marmara’nın kuzeyli hakim rüzgarı sizi sıcak denizlere doğru ister istemez götürür.
Güney ya da diğer adıyla aşağı yarışlarında (İstanbul-Çeşme) tekneler kah kuzeyli rotalar ile Şarköy’e doğru yükselerek kah güneyde Marmara adasına yaklaşarak orta hattaki gemi yolundan ve trafiğinden uzak durmaya çalışırlar. Aslında üç-dört gün süren 225 deniz millik bu yarış sanki kısa bir şamandıra yarışıymışcasına teknelerin birbirinin üstüne tramola atıp yol diye bağırarak start çizgisinde son dakikalarına girdikleri Çengelköy önlerinde yapılır. Sonra herkez kopup gider. Zarlar atılır. Akıntı, rüzgar ve şans kovalanarak her tekne kendi rotasını oluşturur. Hiç unutmam  doksanlı yıllarda bu yarışlardan birinde startı yine böyle bağıra çağıra almış ve ardından Yeşilköy açıklarında rüzgarsız tam 24 saat kalmış, inen kalkan uçakları sayarak zaman geçirmiştik. Yine rivayet o dur ki; ekibe yeni katılmış miyop arkadaşlarına böyle yanık (rüzgarsız) bir havada dümeni verip kamarada okey oynayarak zaman öldürmeye çalışan profesyonel (!) yarış dörtlüsü, arkadaşlarının Marmara adasına yaklaşıyoruz uyarılarını dikkate almamış ve miyopi azizliği sonucu 200 metrelik dev bir tankerin altından teknenin direğini orada emanet bırakıp çıkarak kurtulmuşlardır.
İşte sabah gün ağarırken Pendik’ten yola çıktığımda bunları düşünerek dümeni tutuyor ve 90 millik Pendik-Avşa etabını gün batmadan tamamlamanın hesaplarını yapıyordum. Sırtı arkada bizi takip ediyor, her an yakalanacak okkalı bir balığın Avşa’daki dostlarla keyifli paylaşma hayallerine, elde kahve, pırıl pırıl yeni bir gün eşlik ediyordu. Öğlene doğru hava arttıkça arttı, ağustos başında beklenen oyununu oynuyordu bu suların denizi. Aşağıya inen ve çıkan herkezin uğradığı  Asmalı’yı sancakta bırakırken orada dostlarla paylaşılan geceler düştü aklıma. Marmara adasının güneydoğusundaki bu denizci dostu küçük köy ve liman her zaman dinlenilen, gecelenen keyifli bir sığınak olmuştu denizcilere. Rotamızdaki Avşa ufukta belirmiş, adanın doğusunda yer alan ve kendisi için devasa sayılacak Yiğitler köyü limanının kardinal fenerleri seçilmeye başladığında güneş denize düşecek kadar yaklaşmıştı.
Rotamızı uzatarak değiştirme nedenim Avşa’da 2005 yılında ilk ürününü vererek kısa zamanda butik şarap üretiminde ülke çapında tanınan, ünlenen Büyülübağ’ın şaraphanesini, bağlarını ziyaret etmek, bölgeyi ve teruarı tanımaktı. Üstelik bu ziyaretimiz şarap dostu başka denizci dostlarımıza fikir verir alternatif rota olur düşüncesindeydim.
Yola çıkmadan önce ciddi bir hazırlık yaptım; kavımda kalan son birkaç şişeye kıydım ve kült olmuş Büyülübağ Cabernet Sauvignon 2005 ve Rezerv 2005’leri tatmak için açtım. Her ikisi mükemmel bir olgunluk düzeyindeydiler. Tepeye yaklaşmış ancak inişe geçmemişlerdi. 1-2 yıl daha giderler diye düşündüm. Sekiz ay Bourdeux fıçıda dinlendirilen koyu bordo renkli, eskime röfleleri göstermeyen 2005, burunda kırmızı meyveler, yaban mersini, kurşunkalem, sedir ve karabiber aromalı , damakta güçlü gövdeli, uzun bitişli ve dengeli idi. Rezerv 2005 16 ay fıçı görmüş sayılanlara ek olarak ahududu, vanilya aromaları ile ipeksi bir hal almıştı.
Limana yanaşıp koltuk halatları ile tekneyi emniyete aldıktan kısa bir süre sonra önceden randevulaştığımız Büyülübağ Şaraphanesi sahipleri Meltem ve Alp Törüner bizi almak üzere geldiler. Kısa sürede başlıyan sohbetin oluşturduğu dostluk o anda nereden geldiği anlaşılamayan buz gibi bir Cava ile süslendi. Ardından adanın dört bir yanı ve bağlar dolaşıldı. Avşa gerçekten büyülü bir yer. Özel bir ışığı, sanki İskoçya’nın yüksek bölgeleri gibi kendine özgü vahşi bir havası var. Adanın neresinde olursanız olun karşınızda ya başka bir ada ya da anakara var. Ada 36 km2 ve  granit ile granodiyorit anakayasından oluşmuş kumlu topraklar hakim. Gördüğümüz bağlar genelde kuzeydoğuya ve doğuya bakıyor, yani yazın sıcak günlerinde hakim kuzeyli rüzgarlarla serinliyor. Taşlı kumlu toraklar üzerinde kah nispeten yaşlı ve goble budanmış adakarası bağlarını kah adaya iyi uyum sağlamış çift kol guyot budanmış cabernet, shiraz, merlot ve chardonnay bağlarını geziyoruz. Büyülübağ yaklaşık 300 dönüme ulaşan kendi bağları ile önemli bir butik üretici. Yiğitler köyü’ne yukarıdan bakan şaraphane eğimli bir arazide aşağıya doğru uzayan üç katla kurulmuş; böylece en üst kattan giren üzüm, şıra ve şarap halinde yerçekimi ile doğal cazibesinde aşağı katlara akıyor. Pompa, motor kullanılarak şarap hırpalanmıyor. Bazıları ısı kontrollu paslanmaz çelik tankların arasından merdivenlerden inip fıçı kavına ulaşıyoruz. İçerideki 225 litrelik Bordeaux ve 228 litrelik Burgoyne tipi Fransız Rodoux marka fıçılardan önce 2010 İris tadıyoruz. Adakarası üzümünden yapılmış İris gül pembesi renkli, burunda frambuaz, turunç, gül aromalı ama aynı zamanda gövdeli ve uzun bitişli son derece sevimli. Adakarası monosepaj ise bana göre acılı et ve kebap yemeklerimizle inanılmaz uyum sağlayacak ölçüde biberli, baharatlı ve kendine özgü bir örnek. Ardından Cabernet 2009 tadıldı. Muhteşem 2005 örneklerine yaklaşacak izlenimi veren bu şarap %15 gibi yüksek bir alkolü dengeleyen asit ve ciddi tanenlere sahipti.Shah 2009, shiraz, cabernet ve merlot kupajı, Büyülübağ’ın amiral gemisi. Burunda siyah çikolata, meyankökü, zeytin, biber, siyah erik ve kiraz aromaları ile giden son derece zarif bir şarap. Tadımlar sonlanırken gece gelmiş ve karnımız acıkmıştı. Adanın batı kıyısında yenecek yemek için yanımıza 2-3 şişe Shiraz aldık. Türkeli köyünün hemen yanı başında Mavikoy yolunda Apo’nun yerinde sohbetimiz ada, bağlar, geçmiş rekolteler, hayaller ve beklentiler üzerine sürdü. Zeytin ağaçları altındaki masamız sadece mezelerle değil ama Urfa’lı bir halk filozofu olan Apo’nun özlü sözleri ile süslendi.
Denizci kardeşlerime öneririm. Rotanızı Avşa tutun bazen. Kolayına bir rüzgarla adada sizi Yiğitler köyü’nde mükemmel korunaklı bir liman, taze balık, dost insanlar, bağlar, mükemmel şaraplar ve pırıl pırıl bir deniz bekliyor.

Yorum