Bandol ve Cassis’de Keyifli Günler

Marsilya Saint Charles Garı’ndan başlayan tren yolculuğumuzu, Bandol’de sonlandırmak üzere yola çıktık. Hava beklediğimizden daha soğuk, rüzgârlı ve yağmurluydu. Trenden indiğimizde, tepede kalan Bandol garından aşağıya, merkeze doğru inerken, kıvrılarak giden yollar pek ıssızdı.Sonbahar soğuk ve yağmurlu hava ile kendini iyice hissettirmişti. Yazın kalabalık olduğu her halinden belli olan sokakları herkes terk etmişti sanki… Üşümenin getirdiği etkiyle, bir an önce açık bir yer bulup, bir kadeh roze içmek için acelece yürüdük. Deniz kenarına indiğimizde ilk gördüğümüz kafeye oturduk ve birer kadeh Bandol rozesi söyledik, etrafta hemen herkes sangria içiyordu. Şaraplarımız ile birlikte genelikle, tüm Güney Fransa’da olduğu gibi zeytin tabağı da gelince bizim de keyfimiz yerine geldi. İlk tadığımız sofra şarapları vasat olsa da zeytinlerimiz çok güzeldi. Hava bu şehre hiç uymayacak şekilde soğuk olsa da orada olmaktan mutluyduk. Yine havanın kötü olması sebebiyle tekne ile yapacağımız Cassis gezisi iptal edecektik ama olsun… Boş sokaklarda dolaşmalı, güzel bir şeyler yiyip içmeli ve yeni kavlar keşfetmeliydik. Dolaşırken toplanmakta olan bir pazara denk geldik, sebzeler, şarküteri ürünleri, peynir ve tabii ki zeytin… Mevsim uygun olmadığı için ne yazık ki çoğu mekân kapalıydı. Ancak o kadar sakin ve güzeldi ki her şey… Sahildeki yan yana dizilmiş cafeler, restaurantlar, barlar, mağazalar cıvıl cıvıldı yine de. Artık, her zamanki gibi ara sokaklara girip yemek yenecek  güzel bir yer bulmak gerekiyordu. Bu araştırmanın sonunda Le Marche adlı lokantayı seçtik. Burası yerel malzemelerle, mevsimine göre değişen menüsü ile öne çıkmıştı hemen. İçeriye girdiğimizde, sadece Fransızlar’dan oluşan bir müşteri kitlesi ile karşılaşmıştık ki bu da bize seçimimizin doğru olduğunu kanıtlamaya yetti. Masamıza oturduğumuzda, yanımıza gelen hanımefendi, aperatif olarak ne almak istediğimizi sordu, tanışmamızın 20. yılını kutladığımıza göre, olsa olsa en uygun aperatif “kir royal” olurdu, biz de öyle yaptık. Kir royallerimizi yudumlarken, menüyü inceliyorduk ki, gözüm bir anda tahta da yazan günün yemeğini takıldı, incelemeye başladım.Bu sefer iki alternatif vardı, hem balık hem de et. Bu restaurant bölgesel balık yemekleri ile de öne çıktığına göre istemek de fayda vardı. Birer başlangıç ve ana yemekten oluşan siparişlerimiz verirken, ikimizin yemeğine de uyacak bir rozede karar kıldık. Şarabımız, soğutucusu ile masamızda yer aldı; Bandol’ün en ünlü rozelerinde,güçlü ve canlı yapısıyla dikkat çekici Chateau de Piparnon 2010 Aperatiflerimiz biterken, başlangıç yemeklerimiz  olan salatalarımız masamıza gelmişti bile, ardından da ana yemeklerimiz olan balık ve etimiz. Şarabımız ikisi ile de uyum sağladı. Ardından, sıra tatlıya gelse de o kadar doyduk bir tatlıyı paylaşmaya karar verdik, Ahmet listedeki en ağır tatlıyı baba rhum’u seçti. Bu ölümcül tatlı içinde bolca rhum barındırdığı için dijestif yerine de geçti bence… Kahvelerimizi içip, yakınlarda bulunan kavların adreslerini aldıktan sonra, kalkma zamanı gelmişti artık, zaten lokanta saat üç olduğundan öğle tatiline girecekti. Adresini aldığımız kavlardan biri Les Vins de Bandol adında bir yer, sadece Bandol şarapları satıyor, açık olmasına sevinerek içeri girip birkaç şarap tadıp, birkaç şise de aldık. Oradan bir başka adrese Le Tastevin’e geçtik, oradan da birkaç şarap alarak otelimize döndük. Ertesi gün bizi Cassis bekliyordu.  Orası da merak ettiğimiz, ünlü Clos Sainte Magdeleine şarabının bulunduğu yerdi…


     O gece çok yağmur yağdı, tren raylarında problem çıkaracak kadar ve bizi Cassis yerine bir önceki durakta indirip, otobüse bindirecek kadar. Neyse sonunda hedefimize ulaştık. Üstelik otobüs yolculuğu sırasından çok güzel manzaralı bir yoldan yavaş yavaş aşağı doğru indik. Bu da benim bu bölgeye bir daha hayran olmama sebep oldu, evet burada yaşamak istiyorum diye sayıklayarak otobüsten indim… Çok acıkmış bir şekilde deniz kenarında bulunan Chez Cesar adlı lokantanın öğle servisinin son müşterisi olduk, zira çok kalabalıktı, oradaki hemen her yer gibi üçte kapanacaktı. Başlangıç olarak çok başarılı bir midye graten, ardından da birimiz balık, diğerimiz province soslu karides yedik, yanında da Domain du Paternel 2010  Cassis şarabını içtik. Hem şarap hem de yemeklerimiz çok güzeldi. Yine bir tatlıyı ikimiz paylaştık. Burada çoğunluk  “bauillabaisse” yiyordu ancak,  Ahmet hiç sevmediği ve iki kişilik servis edildiği için biz yemedik. Buradan da kav adresleri alarak ayrıldık, ne yazık ki pek çoğu kapalıydı. Ancak açık olan birinde yıllardır arayıp bulamadığımız Clos Sainte Magdeleine’yı bulduk. Satıcı hanımefendi, bize bar bölümü kapalı olduğu halde, birkaç şarap ikram etti, ancak burada beyaz şaraptan pek şaşmamak gerekiyor galiba. Yemekte içtiğimiz şarap da dahil olmak üzere birkaç şarap alarak oradan ayrıldık. Ancak; o kadar beğendik ki yeniden gelip burada kalmak üzere sözleşerek oradan ayrıldık…

Yorum