Şarap Zaman İster

HER ŞEY GİBİ;
BİR SEVGİYİ BÜYÜTMEK,
BİR AŞKI YEŞERTMEK,
BİR ÇOCUĞU YETİŞTİRMEK GİBİ;
O DA, ŞARAP DA ZAMAN İSTER.

İŞTE O ZAMANIN HİKAYESİ; 1912

‘Çok heyecanlandım’.
Evet, ilk anda, o siyah, yıpranmış, deri kaplı küçük not defterini gördüğümde çok heyecanlandım. Ebruli zeminden oluşan ilk sayfasının solunda arnavut kaldırımı üzerine atılmış halılara bağdaş kurup oturan fesli, yelekli, beyaz gömlekli, kaytan bıyıklı erkekler vardı. Karşısındaki sayfada şu küçük not kesilerek yapıştırılmıştı;
‘Tout vient a point a qui sait attendre’, yani ‘her şey zaman ister.
Bu defterin sahibiyle aynı düşü ve eylemi paylaşmıştık. Tek farkla; arada tam 100 yıl vardı.
Onu hiç tanımasamda neler hissettiğini adım gibi biliyordum,. Düşlerini, içinin nasıl kıpır kıpır ettiğini, hayallerini, doğanın sürprizleri karşısında düş kırıklıklarını ama illa ki sevincini, mutluluğunu.
Bir sonraki sayfada eski Türkçe-Osmanlıca bir metin ve altında pul gibi şekillendirilmiş imzalı alanlar vardı. Hemen karşısında el yazısı ile TOUZLA, Mart 14, 1912 yazıyordu.Üst köşedeki nota bakılırsa bu 2. kopya idi. Bundan bir adet daha yazılmıştı, belkide bir ortak için. Yazının altında sararmış siyah beyaz bir resimde kırlık bir alan ve oturmuş dinlenen çalışanlar vardı. İşte bağ burada kurulacaktı: Touzla, Kara sokak, Grandrue de la Station.
Tuzla istasyonundan kuş uçuşu 8-10 km kuzey-batı’da Kurnaköy’de Ömerli baraj gölünün en güney ucundaki araziyi ilk gördüğümde hemen resimdeki gibi bir izlenim edinmiştim. Hafif eğimli, otların bürüdüğü, sahipsiz gibi duran o toprak parçasını daha o anda gözlerimi kapatarak telleri çekilmiş, sıra sıra, yemyeşil yapraklı salkım üzümlü asmaları olan bir bağ olarak aklımda betimlemiştim. İşte bende bağımı burada kuracaktım: Kurnaköy, Kurtçıkan mevkii, Pendik.
Sevgili dostum, ağabeyim, meslektaşım Mehmet Ömür’ün sahaflardan bulup edindiği bu kara kaplı deftercik aslında 1912’de yapımına başlanan Tuzla’daki bir bağın öyküsünden başka bir şey değildi. Çok iyi anlatılmış, soluk siyah beyaz resimlerle süslenmişti. Her gün ama hergün ne yapıldı, nereye ne kadar harcandı belirtilmiş, arazinin komşularının isimleri bildirilmişti.
O tarihten yaklaşık 40 yıl önce K.Amerika’dan Avrupa’ya getirilen asmalarla taşınan asma bitleri ilk kez 1874’de Almanya’daki bağlarda filoksera(phylloxera) hastalığını başlatmıştı. Asmanın hem yapraklarını hem de köklerini emerek kurutan bu bitlerin kısa sürede yayılması ile Avrupa’da büyük bir felaket yaşanmış, bütün bağlar kurumuş, üzüm ve doğal olarak şarap üretimi sıfırlanmıştı. Bu durumda ihtiyacı karşılamak ve para kazanmak isteyen şarap tacirleri (negosiyanlar) Osmanlı’dan Foça ve Galata limanları üzerinden dökme şarap almaya başlamışlardı. Bu talep yeni bağların kurulması içinde bir işaretti. İhtiyaç büyüktü.
Bu şarapların yapılacağı üzüme ve bağlara olan gereksinim, yeni bir iş sahası, yeni bir kazanç anlamına geliyordu. Beyoğlu Polonya sokak 45 numarada oturan ‘Devlet-i Ali tebası’ Hekimyan Mıgırdiç efendi herhalde uzun yıllardır düşlediği bağ için tam zamanı diye düşünmüş olmalıydı. Pendik’ten Tuzla’ya giden İstasyon caddesi üzerinde Kara sokak 8 numara ile tariflenen  arazisini bağ yapacaktı. Arazinin bir yanı ana caddeye bakıyordu, her iki yanlardaki komşuları Kasap Anarionti ile Hristo ve aşağıdaki komşusu ise Triandooğlu Yorgi idi. Caddeye bakan geniş kenar 120 metre, derinlik bir yanda 61 öte yanda 84 metre civarındaydı. Toplamda yaklaşık 8 dönüm büyüklüğündeki bu arazi her şey yolunda giderse 4-5 yıl içinde yılda 7-8 ton üzüm, 5 ton civarında dökme şarap demekti. Hemen arazinin toprak yapısı için analiz yaptı, 22 Osmanlı lirasına mal olsada değerdi.
Toprak analizini beş ayrı noktadan örneklerle yaparak, yağış, rüzgar, güneşin yönü, nem, drenajlar ve bölgedeki olası hastalıklar göz önüne alındığında en doğru anacın R111 olduğuna karar verdim. Bu anaç üzerine istediğim üzüm cinslerini bildirip, parasını ödedim. Şimdi neredeyse 10 ay kadar bekleyecek ve Fransa’da Charantes bölgesinde hazırlanıp soğuk zinciri marifetiyle şubat ayında gönderilecek aşılı asma çubuklarını bekleyecek, zaman buldukça araziyi hazırlayacaktım.
Hekimyan Mıgırdiç efendide kendisine bir yardımcı bulmuş, hazırlıklara başlamıştı. Arazi hazırlandı, sıra aralıkları belirlendi, ipler çekildi ve dikim için çukurlar açıldı. Hastalığa dirençli Amerikan çubuklarının dikimi tamamlandığında yorulmuştu ama birkaç yıl içinde yatırımının geri döneceğini hayal ediyordu.
Bağın kuruluşu zahmetli ama keyiflidir. Bir çukur içerisine dikilen bir ucu kırmızı parafinle kaplı çubuktan ilk gözün patlaması aile bireylerine ve dostlara büyük bir iştahla anlatılır. İlk yıl bittiğinde boylanmaya başlayan asma ikinci yıla girerken taşıyıcıları dikilmiş tellere asılır. Her biri sevilip okşanarak budanır. Hekimyan Mıgırdiç efendi’de bütün bunları yaşamış, kah sevinmiş, kah hava koşulları ve hastalık nedeniyle üzülmüştü herhalde.
İlk salkımlar dolup, üzüm kararmaya başlamıştı ki sevincim kısa sürdü. Kargalar ve saksağanlar filolar halinde bağda hiç doymamacasına karınlarını doyuruyorlardı. Hasadın yarısını yapmışlardı neredeyse. Her türlü önlem denendi. Parlak ambalaj ipleri çekildi, fırdöndüler takıldı, güneş enerjisi ile çalışarak ince çığlık sesleri çıkaran aletler asıldı, yırtıcı kuş görünümlü sarı balonlar uçuruldu ama heyhat, sonuç alınamadı. Tüplü, tüfek sesi çıkaran patlayıcı için saat sabah beşte kalkıp sistemi kurmak gerekiyordu. Gerçi kargalar üç beş gün sonra o sese de alışıyorlardı. Çevrede başka bağ ve bostan, meyvelik olmaması bizim bağı tek hedef yapmıştı. O sene kuş gribi yaşandı, kuşlar telef oldular. Sonunda bağ kurtulmuştu!. Ama bu satırların yazarı doğal dengeyi unutmuştu. Ertesi ilkbaharda yeni filizlerin üzeri doğal düşmanı kuşlar olmadığı için aşırı çoğalmış salyangozlar ile kaplanmıştı. Her yer salyangozdu. Bir dost akıl verdi; tavuklar ilgilenmez ama ördekler salyangoz sever. Hemen 12 adet ördek alındı ve bizim ördek timi bağda görevli askerler gibi bütün salyangozları yediler. Oh kurtulmuştuk!! Ördekler de semirmişti. Kah yapay havuzlarında geziniyor, kah çimlerin üzerine yatıyorlardı. Daha hasada iki hafta var deyip yazın son günlerini güneyde Ege’de geçirelim diye düşündük. Geldiğimizde öğrendik ki ördekler sadec salyangoz değil deli gibi üzüm de severmiş. Yokluğumuzda bir yarım hasat yapmışlardı çoktan.
Hekimyan Mıgırdiç Efendi için bizim yaşadığımız zorluklar sıradan kalmıştı muhtemelen. Balkan savaşının ağırlığı bu topraklardan kalkmadan 1.Dünya Savaşı başlamış, Almanların oldu bittisi sonucu şarap satmayı düşündüğü ülkeler ile düşman olup savaşmaya başlamıştı Osmanlı. İşler beklendiği gibi gitmiyordu. Beyoğlundan her defasında Tuzla’ya gidip dönmek bile başlı başına bir maceraydı. Giderler artıyor, beklenen, hayal edilen gelir ufukta gözükmüyordu. Tuttuğu defterden iyi bir ekonomist olduğu kolayca anlaşılan Hekimyan Mıgırdiç Efendi zararın neresinden dönülse kardır diye düşünmüş olmalıydı. Sonunda Hacı Strati oğlu Yanko Çorbacı’ya bağı yarıcı vermeye karar verdi. Takibeden yazıda anlatacağımız belge ermeni alfabesinde ancak türkçe yazılmıştır. Orijinalliği korunması amacı ile var ise kelime hataları korunmuş, düzeltme yapılmamıştır.
Pendik’te yüz sene sonra yapılan diğer bağ, yani benim bağım mı? O da bir sonraki hikayenin konusu olsun!


* Bu yazı KARAF MAGAZİN’in 49 sayılı Ocak-Mart 2012 sayısında (sayfa 42-45) yayınlanmıştır.

1 Yorum Var
  1. […] başlığıyla yazmıştık. Dileyenler ilgili dergiden  ya da Keyif Notları’nda yayınlanan Şarap Zaman İster  ile Bağ Yarıcıya İşte Böyle Verilir   hikayenin detaylarına […]

Yorum