Yemek, Şarap, Sinema ve Lyon

Lyon’a gitmeye karar verdiğimde birçok nedenim vardı. Bunlardan ilki olan bir gastronomi şehri olmasının yanı sıra, sinemanın yaratıcısı olan Lumiere kardeşlerin de büyük payı var… Herkesin kabul edeceği gibi, sinema sanatının doğduğu şehri, evi, müzeyi ziyaret etmek istemek gerçekten çok heyecan verici. Bu yüzden bir perşembe sabahı Lyon’a yolculuğumuz başladı, biraz rötarlı olsa da Türk Hava Yolları’nın  Lyon uçuşumuz sorunsuzdu, pasaport kontrolünden sonra sıra valizlerimizi almaya geldiğinde, ilk defa şahit olduğumuz bir şey oldu, valizleri getiren bant bozuldu, kısa bir tamir sürecinden sonra, taksi ile otelimize ulaştık. Bu sefer otelimizi şehrin tam kalbinde olan Place Bellecour’a çıkan sokaklardan birinde seçmiştik. O sokakta öyle bir sokak çıktı ki siz deyin İstiklal Caddesi ben diyeyim Rumeli… Bütün mağazaların sıra sıra dizildiği ama trafiğe kapalı olduğu için akşamları sessiz ve sakin olan bir sokak. Bellecour  Meydanı ve çevresi keşfinden sonra, otelimizin  karşısında gördüğümüz Nicolas’dan Jancis Robinson‘dan 15.5 puan almış,Loire Vadisi’nde Menetou- Salon apelasyonundan soğuk bir Domaine De Châtenoy, Isabelle et Pierre Clément 2010, yanına da güzel bir keçi peyniri aldık, odamızda dinlenirken çok iyi geldi. Nicolas,  Fransa ‘da yaygın bir şarap zinciri mağazası, makul fiyatlı şarapların yanında Paris Madeleine meydanında olduğu gibi, büyük mağazalarının alt katında daha değerli şaraplarda bulunuyor. Akşamüzeri, önceden kararlaştırdığımız gibi Fourviere’e çıkarak, önce katedrali gezdik, sonra bütün Lyon’u kapsayan manzarayı ben bir kadeh beyaz şarap, Ahmet ise kahve eşliğinde izledik.  Doğrusu katedralin içinde tadilat olduğu için çok etkilenmedik ancak, iki nehrin Rhone ve Saone  geçtiği ve çok sayıda köprünün olduğu bu şehir çok etkileyici ve davetkar görünüyordu.

Akşam yemeğimizi keşif gezimizde seçmiştik Le Caveau; burada başlangıç olarak, Lyon salatası ve konyakla flambe edilmiş karides ile başlayıp, yanında Beaujolais bölgesinde yer alan Morgon apelasyonundan, Mommessin Domaine de Lathevalle 2009  içtik, ana yemeklerimiz ise tatlı su balığı ve bodin noir’ dı. Otelimize dönerken, ne çok gidilecek lokanta olduğu hakkında hem fikirdik, çok şey eksik kalacaktı, çünkü önümüzde sadece iki gün vardı…

İkinci günümüze “Les Halles Paul Bocuse” ile başladık, her türden yiyecek ve içecek, şarap, çikolata, şekerleme inanılmaz çeşitlilikteydi, tam bir cennet yani yemeği ve içmeyi sevenler için… Önce biraz dolaştık, sonra saat on biri gösterdiğinde bir barda oturup birer kadeh şampanya içip, dinlenip, sohbet ettikten sonra, acıkmaya başladığımızı hissettik. Artık öğlen olmuş lokantalarda yemek servisi başlamıştı. Biz Chez Leon ‘da karar kıldık, burası her tür deniz ürününün servis edildiği bir yer. İkimiz de deniz tarağı çok sevdiğimiz için iki farklı şeklini seçtik yanında da Château Elget Muscadet de Sèvre-et-Maine Sur Lie 2009yudumladık. Çok lezzetli olan bu yemeklerden sonra, biraz yürüyüş iyi gelecekti, yürürken birçok kav gördük, hepsine girdik dolaştık, ancak bunlardan en etkileyici iki tanesiydi. Antic Wine ve Les Vins TrioVino. İkisinde de çok güzel şaraplar vardı. Ancak Les Vins TrioVino ‘da tanıştığımız Tristan Ringenbach konuşmaya ve yardımcı olmaya çok hevesli hali çok sempatikti. Bize bilgi verdi, Türk üzümlerini şaraplarını sordu, şarap tattırarak fikrimizi sordu. Bu iki kavdan da şaraplar alarak ayrıldık.

Buraya gelip de bahsettiğim gibi Lumiere Müzesi’ne gitmeden olmayacağı için, uzun bir yürüyüşün ardından müzeye geldik, sinema tarihinin başlangıcını yapan bu yer sadece müzeden ibaret değil ayrıca büyük bir sinema salonu ve kütüphanesi de var. Belli konu ve konuklarla özel programlar yapıyorlar, keşke ben de burada yaşasam kesin buraya üye olurdum mutlaka. Otelimize dönerken şampanya saati gelmişti. Biraz dinlenip, şampanyalarımızı içtikten sonra, öğlen kararlaştırdığımız gibi, rezervasyonumuz olmamasına rağmen Jean Paul ve Romain Borgeot ’nun 2011 Michelin kataloğuna girmiş “ La Tassee” adlı restaurant’ına gittik. Kapıda Ahmet’in söylemesini kararlaştırdığımız, Anthony Bourdain’in programının adı da olan, repliği dayanamayarak ben söyledim “no reservations” … Her ne kadar bu tip şef lokantalarının kendini beğenmiş olduğu söylense de, bizi gayet esprili bir şekilde “aman tanrım ne yapacağız!  girebilirsiniz boş bir masamız var” diyerek içeriye davet ettiler.  Aperatif alır mısınız sorusuna birer şampanya daha karşılığını verdik, gülerek. Biz menüyü incelerken, şampanyalarımız ve yanında atıştırmalıklarımız gelmişti bile. Ahmet şarap listesini incelerken gözleri parlıyordu çok fazla seçenek olmasına rağmen Chateau Montrose 2002‘de karar kıldı, someliye , gümüş bir sunumla şarabımızı getirdi, açtı ve havalanması için bıraktı. Bu arada başlangıç siparişlerimizi, kırmızı şarap soslu poşe yumurta ve domates soslu tavuk ciğeri masamıza gelmişti, ikisi de çok güzel görünüyordu, ben bu başlangıçtan sonra nasıl ana yemek yiyeceğim diye düşünmeden edemedim! Şarabımızın tadına baktıktan sonra, ana yemeklerimiz olan ördek ve fileto balık da gelmişti, kök sebzelerle yaptıkları bu sunum da gerçekten göründüğü kadar lezzetliydi. Peynir ve tatlı servisinden sonra artık bir dijestif şart olmuştu. Onu da kısa bir yürüyüş sonrası gittiğimiz otelimizde birer armanyak olarak değerlendirdik. Yemekten  o kadar memnun kaldık ki son öğle yemeğimizi, yine Jean Paul  Borgeot  ait olan Brasseri L’espace ’de yemeğe karar verdik.

Pazar sabahı, yağmurla uyandık, olsun zaten yarım günümüzü Lyon Güzel Sanatlar Müzesi‘ne ayırmıştık. Sonrasında da öğle yemeği yiyip uçağa yetişecektik. Güzel sanatlar müzesi gerçekten insanı yoracak, yarım güne sığamayacak kadar büyüktü. Ne yapalım büyük bölümünü gezdik, Matisse, Monet, Degas, Picasso, Rembrant gibi büyük sanatçıların tablolarını gördük. Oradan yorulmuş ve acıkmış olarak L’espace’e geçtik. Ben,üzerinde ızgara  foie gras olan ravioli, Ahmet jumbo karidesli tagliatelli istedi yanına  Coteaux du Lyonnais Rosé “Cuvée Grégoire Guyot 2010 söyledik. Ravioli çok başarılı idi, pırasalı kremalı bir sos ve üzerindeki ciğerin pişme ayarı çok etkileyici idi. Ne yazık ki ne peynir ne tatlı ne de dijestif bir şey için zaman yoktu, kalkıp valizlerimizi alarak havaalanına gitmeliydik. Aklımızda Lyon ile ilgili kalanlarsa müthiş yemekler ve şaraplar, yumuşacık bir hava ve sıcak bir şehir…  Son sözcüklerimiz ise hoşçakal Lyon ve burada yaşayabilirim oldu…

Yorum