İtalya’nın Dev Şarapları

Şarap Dostları Derneği, Türkiye’nin konusundaki en eski derneğidir. Gerçekten şaraba ilgi duyan bir avuç şarap severin özveri ile yaşattığı, gerçek bir tutku ve sevgi örneği verdikleri bir dernektir. Bu insanlar şarap bilgilerini ve kültürlerini genişletmek amacı ile her ay bir araya gelip dünyanın trendlerini izleyip, birlikte tadarak ve yorumlarını paylaşarak faaliyet gösteren bir dernek. Keşke Türkiye’de kültürel eksiklerimizi tamamlayacak benzer faaliyetleri gösteren derneklerin sayısı artsa da, insanlarımız yaşam paletlerindeki renklerin sayısını çok arttırabilseler.
12 Mayıs 2012 Cumartesi günü bu grup Four Seasons Bosphorus Oteli’nde biraraya gelip en iyi İtalyan şaraplarından yapılmış olan bir seçkiyi tattılar. Ancak itiraf etmeliyim ki bu seçki öyle sıradan bir şey asla değildi. Hatta benzeri bir tadımı Avrupa’nın herhangi bir şehrinde yapacak olsanız ciddi bir bedel ödemek zorunda kalırdınız. Neyse lafı uzatmadan size bu tadımın bir dökümünü yapacağım.
Başlangıç ve hoş geldiniz demek için ilk şarabımız Kuzey İtalya’nın Franciacorte apelasyonundan Ca’ del Bosca’nın köpüklüsü Cuvee Annemaria Clementi , 2003 rekoltesi idi. Ana üzümleri Chardonnay, Pinot Bianco, Pinot Nero ve 16 değişik yerel çeşitten yapılan bir kupaj. Bu şarabı yudumlarken ilk aklıma gelen Fransızların “Champagne” ismi için neden bu kadar mücadele verdiklerini anlamak oldu. Zira gerçek bir cuvee olan bu köpüklü değme şampanyaların elde etmeye çalıştığı o maya ve kızarmış ekmek tatlarını o kadar zarif bir şekilde yansıtıyordu ki, ağızda yarattığı tazelikle nasıl güzel bir dengede olduğunu ancak yudumlarınız bitince anlıyordunuz. Uzun süren o tazelik hissi de bonus olarak kalıyordu. Tabiidir ki bu başyapıtın fiyatı değme şampanyalardan daha aşağı değildi.
Köpüklerin sihri daha fazla başımızı döndürmeden iki tane ummadığımız kadar güzel iki İtalyan beyaz şarabı tattık. Kırmızıları her zaman beyazlarından daha başaralı olmuş olan İtalyanlar, bir tanesi Alto Adige veya Avusturyalıların söylemeyi daha çok sevdikleri şekli ile Sud Tirol’den gelen bir bio-dinamik şarap Tenutae Lageder’in  Lowengang Chardonnay 2006 ’si. Kör tadımda çok kişinin Burgonya’nın Batard Montrachet veya Chevalier Montrachet diyebileceği bu şarap eski asmalardan toplanmış düşük  miktar hasadı ve üstün imalat kalitesi ile çok yumuşak bir içim veriyor ama tropik meyveleri ağzımızda bırakarak geçip gidiyor.  Ardından Gaja’nin Alteni di Brassica’si (2007 rekolte) bizi Sauvignon Blanc hakkında çok yeni düşüncelere sevk ediverdi. Uzun süredir imalatına has özellikler ile mahcup bir genc kız gibi bizi karşılayan bu şarap daha sonra Sauvignon Blanc’da alışmadığımız şekilde kendini ortaya koymaya başladı. Korkunç uzun bitişli ve karışık bir  egzotik,aromatik persistansa sahip bu şarap, mutlaka uzun dekante edilip, çok da soğuk içilmemeli!!!!
Sonra başladık güneye doğru inmeye ve Bolgheri civarında bizi karşılayanlara bir duruş yaptık.  Süper Tuscan deyince kim akla geliyor, Tabii ki ya Sassicaia ya da Ornellaia. Biz birincisinde durduk ve 2006 rekoltesinin tadına baktık. Valla elimiz nefisti demekten başka bir yorum yapmaya pek yanaşmıyor. O günde bunu birkaç sene içmek gerekirdi dedim, simdi de öyle düşünüyorum. Asıl sürpriz Campania bölgesinden ilginç bir imalatçıya rastlayınca karşımızdaydı.  Aslen fotoğrafçı olan Slyvia Imparato’nun ilk çıkışında bugüne sürekli “Tre Bicchieri”(üç bardak) almış olan Montevetrano’suna. 2004 rekoltesini içtiğimiz bu şarap Cabernet Sauvignon, Merlot ve Aglianico’nun kupaji olan ve Sassicaia gibi bir devden sonra içilmesine rağmen  ‘ben en ez onun kadar güçlüyüm’ diyebilen ilginç bir şarap.
Bu kadar güneye geldiğimizi fark edip tekrar kuzeye Piemonte’ye geri döndük. Bruno Giacosa’nin 2004 rekoltesi Le Rocche del Falletto Barolo Riserva’sini tattık. Robert Parker abinin 100 puan veremediği ama böyle bir baş yapıta puan da kıramayıp 99+ puan verdiği şaraba. Zarafet nasıl tanımlanmalıdır derseniz ben size bu şarabi içip anlamanızı öneririm. Arkasından gelen Angelo Gaja’nın Sperss 2003’u ile karşılaştırıldığında, şarap yapmakta tarz ne demek onu da anlıyorsunuz. Klasik Barolo ve Modern Barolo nedir anlamak için yan yana içmek yeterli. İki imalatçıda topraklarına ve ürünlerine deli gibi aşık, ve bunu her şeyleri ile belli ediyorlar. Bu şarapları içince herhalde artik İtalyan şaraplarında zirve budur başka bir şey değildir derken karşımıza iki tane daha başyapıt çıkıverdi. Bunların ilki Merlot üzümlerinin kralı olarak nitelendireceğimiz Bolgheri bölgesinin pırlantası olan Tenuta dell’Ornellaia’dan Masseto 2008. Ben şimdi çoğunuzun ben Merlot sevmem dediğini duyar gibi oldum. Öylede olsa Masseto sevmedim demeyeceğinize eminim. İpeksi bir zarafet’te, burunda müthiş aromaları ve dengesi ile Masseto şarap yapımını zirvesi olarak nitelendirilmesi gerekiyor. Başka hiçbir açıklama yeterli olmayacaktır, senede sadece 40,000 şişe yapılan bu iksir için.
Tam bunları düşünürken kadehlerimizde Romano Dal forno’dan 2003 Amarone della Valpolicello’yu kadehlerimizde buluverdik. Ben Masseto’dan sonra hangi şarap beni etkileyebilir ki diye düşünüyordum. Boşuna dememişler büyük lokma yut, büyük laf söyleme diye. Öyle bir şarap ki bu Amarone nerdeyse çiğneyebilirsiniz. Acayip bir konsantrasyon acayip bir renk, burunda hem vegetal hem de kuru meyve aromaları, ve nerede ise ağzınızdan hiç eksilmeyen aromalar. Bir elimizde Masseto kadehi diğer elimizde Dal forno Amarone’si, valla bizde neye uğradığımız şaşırdık. Fakat bu iki şarap için kesin gerçek olan tek bir laf varsa eğer, oda ölmeden önce mutlaka içilmesi gerekli olan iki şaraptan bahsediyoruz. Her iki şarapta görüldüğü anda ve cüzdanınız dolu iken tüketilmelidir. Çok zengin bir arkadaşınız bunlardan birini size ikram etmek isterse sakin reddetmeyin. Hayatinizin hatası olur.
Büyük finalimizi de anlatayım, ve artik sizi özendirmeye son vereyim. Evet bitis şarabımızda bir o kadar özeldi. Donnafugata’dan Ben Rye Passito di Pantelleria 2007. Ama şef Mehmet Gok’un birde sürprizi vardı. Bu nefis tatlı şarabın yanına bize Ricotta peynirli bir flan hazırlamış, üstüne fümelenmiş kuzu küşlemesi ve kayısı parçacıkları ile bir sunum yaptı. Flan nefisti, şefin ellerine sağlık ama hiç suyu olmayan o kupkuru adadan çıkan Passito olağanüstü güzellikte idi. Abartma olmaksızın herhalde cennetin yere inmiş hali bu olsa gerek. Kuru Kayısı, bal, kurutulmuş ananas ve diğer egzotik meyveler ile müthiş bir uyumdan bahsediyoruz. Bu şarabın yapımında 3 nesilden beri emek harcayan Rallo ailesinin tüm bireylerinin ellerinden öpmek istiyorum. Böylesine mükemmel bir tadım ancak böyle bir başyapıt ile bitebilirdi. Vallahi doğruyu söylüyorum o tadımdan beri henüz başka şaraplar içmedim, çünkü içemedim.
Hepinize bol şaraplı günler dilerim.

 

5/28/2012
Yorum