Milano Milano…

Milano,  çoğu kişi için alışveriş demek, bizim içinse ossobuco, risotto alla milanese, köpüklü veya değil her türden şarap, Peck, Duomo ve Brera müzesindeki Carravaggio’nun “cena in emmaus” tablosu demek…  Tabii bu alışveriş yapmadığımız anlamına gelmiyor, bir de benim gibi ayakkabı meraklısı neredeyse fetişiyseniz, birkaç çift  ayakkabı alarak bir sürüsünde de aklınız kalarak oradan ayrılabilirsiniz. Yalnız yazın gideceklere bir uyarım olacak, asla ve asla ağustosta gitmeyiniz. Çünkü hem çok sıcak ve nemli, hem de bir sürü yer buna lokantalar da dahil kapalı…

Akşam üzeri Milano’ya varıp otelimize yerleştikten sonra, kısa bir tur atıp, otelin yakınlarındaki bir pizzacıya gittik (iyi pizzacıların bir bölümünün dahi kapalı olduğunu hatırlatmalıyım),köpüren bir roze   Montagner Rosato Veneto eşliğinde , margarita ve gorgonzola pizzalarımızı yerken , ertesi gün için planlarımızı yapmaya başlamıştık bile. Pizzalar lezzetli ve çıtır çıtır, şarabımız bu sıcak havaya uygun bir şekilde ferahlatıcıydı. Ertesi gün yoğun bir program bizi bekliyordu…

Kahvaltıdan sonra, ilk ziyaretimizi Duoma’ya yaptık, İtalya’nın en büyük katedraliymiş. Gerçektende çok  ihtişamlı idi, kapıda inanılmaz bir güvenlik kontrolü var. Oradan çıkınca kısa bir yürüyüş sonrası Brera’ya geçtik, gittiğimiz her yerde galeri, müze gezmeye çalışırız, ancak hele bir de Caravaggio tablosu varsa bazen tek amacım bu olabiliyor. İtalyan resim sanatının seçkin örneklerinin yer aldığı bu galeride, Bellini, Hayez, Raffaelo, Pelizza da Volpedo ve tabii Caravaggio  eserleri  gördük. Yorulmuş ve susamış olarak çıktığımızda, karşısındaki kafede Ahmet bir bira Nostra Azzurro, ben de negroni içtim. Hava o kadar sıcaktı ki ikimiz de sıcağı sevmediğimizi bir kere daha anladık. Oradan Peck’e gitmek için harekete geçtik, hem acıkmış hem de bu kadar övgülerini duyduğumuz yeri merak etmekteydik…  Çok da uzak olmadığımız için yürüyerek Peck’e geldik, birer prosecco söyleyerek menüyü incelemeye başladık. O günkü  menüden hoşumuza giden karışık deniz mahsullü ve kuşkonmazlı ve karidesli olmak üzere pilav ve yanında da eşleştirilmiş olan Gavi Peck 2011 ve Muller Thurgau Peck 2011 şaraplarını içtik. Ancak buradaki servis ve yemeklerin kalitesinin vasatlığı beni şaşırttı. Daha ortalama bir yerle karşılaşmıştık, Londra, Paris ve Berlin’de benzeri yerlerde daha kaliteli bir menü ve servisle ağırlanmıştık. Neyse daha sonra aşağıda kav bölümüne geçtik ve bir miktar şarap aldık. Sonra artık yorulmuş bir şekilde odamızda dinlenmeye çekildik…

Akşamüzeri otelimizde, proseccolarımızı içtikten sonra, öğlen görüp gitmeye karar verdiğimiz  Galleria Vittorio Emmanuele’deki  Biffi ‘ye doğru yola çıktık. Ahmet, Milano usulü rissotto ve ossobuco, bense Tagliata di manzo alla siparişi verdik, yanına da Pio Cesare Nebbiolo 2009 . İkimizin hemfikir olduğu gibi benim yemeğim ve şarap çok güzeldi.

Sabah, Como gölüne doğru trenle yola çıktık. Bir saatlik bir yolculuktan sonra oradaydık. Sıcak burada da etkiliydi, çoğu yer burada da kapalıydı ne yazık ki… Tekne ile göl turu yaptıktan sonra, her zaman ki gibi ara sokaklara doğru yola çıktık, “ıl solito posto” adlı Michelin kataloğuna girmiş bir lokanta bulduk ama maalesef, dolu olduğu için bir şeyler yiyemedik. Ancak “pepe nero” adlı bir pizzeria’da  birer pizza ve yanında da  Marramiero Altare 2010 adlı beyaz şarabı içtik. Como, bizim için gerçekten bir hayal kırıklığı oldu, çok fazla turistik, çok kalabalık ve sıcaktı. Belki güzel bir sonbahar günü , hafif bir esinti ile ürperirken sokaklarda, sarı yapraklar ayaklarımıza çarparken, sanki hafif bir terk edilmişlik hali varken, göl kıyısında yürümek keyifli olabilir gibi geldi bana… Milano Naviglio ‘da en lezzetli yemekleri yediğimiz  iki mekan ise bir başka yazının konusu olabilecek kadar güzeldi…

Yorum