Bir Bağbozumu Rüyası

Lysimachos gözlerini kıstı ve dikkatle ufka baktı. Batmakta olan güneşin kızıllığının vurduğu dalgalar üzerinde bir yelkenli hayali görmeye çalıştı. İçi ürperdi. İşte hala yoktu. Oysa zamanı gelmişti. Her şey hazırdı. Bize göre M.Ö 287 yılıydı, ama Lysimachos ve Karya’lılar daha miladı bilmiyor, zamanı Asurbanipal’in Ninive’deki kütüphanesinde saklanan Gılgamış’ın 10. tabletinde yazdığı gibi büyük tufandan önce ve tufandan sonra diye ayırıyorlardı.
Beklediği Dionysos’tu. Bağlar olgunlaşmış, bağbozumu şenlikleri için bu yıl Latmos dağlarına sırtını dayayarak yine bugünkü Bafa gölü olan Latmos körfezine bakan Heraklia kentinin Karya’lı halkı Dionysos’un başlatacağı hasatı ve şenlikleri bekliyorlardı. İçten içe bir heyecan ve huzursuzluk, ya yağmur yağarsa endişesi de yok değildi.
Aslında Lysimachos’un Dionysos’u daveti kenti biraz öne çıkartmak ve kalkındırmak, adını duyurmak içindi. Kendisinden yaklaşık 100 yıl önce yaşayan ve dünyanın yedi harikasından biri kabul edilmiş bir gömütü olan Halikarnassos’lu (Bodrum’lu) Mousolus bir hile ile kenti ele geçirmiş, bir yandan Pers Satrap’ı gibi davranırken öte yandan kenti Helen’leştirmeye çalışmıştı. Ama gel gör ki asıl nihayi hedefine ulaşamamış, Heraklion hep Ephesus-Milet ticaret yolu üzerindeki Milet limanının gölgesinde kalmış, beklenen ölçüde gelişmemişti.
Oysa Lysimachos’un hem kendisi hem de ataları çok çaba sarfetmiş, yaklaşık 6,5 km uzunluğunda 65 kulesi olan sağlam şehir surları, büyük bir agora, limana bakan bir tiyatro ve nihayet Athena tapınağını yapmışlardı ve işte şimdi de seslerini duyurmak üzere Dionysos’u bağbozumunu başlatması için davet etmiş, sabırsızlıkla gelmesini bekliyorlardı.
Uzaklarda bir yerde Ege’nin hakim meltemini iskelesine almış antik yelkeni ile seyreden on iki Olympos tanrısından biri olan Dionysos’da heyecanlıydı. Sicilya’da Etna ve Syracusa’da başlattığı bağbozumu şenlikleri biter bitmez doğuya doğru koymuştu rotasını . Tek direkli, latin yelkenli teknesinin direğine bir sevgili gibi sarılmış asmalardan üzüm salkımları sarkıyordu. Yol boyunca yunuslar eşlik etmiş, onu olası tehlikelerden korumuşlardı. ‘Aslında ‘eve’ dönüyorum ‘ dedi kendi kendine. ‘Neden bu gerginlik?’. Büyük şarap kabı kartera’dan bir kadeh daha aldı. Evet, eve dönüyordu.
Ah o Zeus, babası, nasıl olduysa olmuş Thebai kralı Kadmos’un kızı olan annesi Semele’ye aşık olmakla kalmamış, bir de Semele ondan, yani Zeus’dan hamile kalmıştı.Ama durur mu Zeus’un kıskanç karısı Hera. Her ikisini de kandırmış, Zeus’un Semele’ye tüm ihtişamı ile görünmesini sağlamış ve o anda yıldırımlarla yanan kadının korku ile doğurduğu prematüre bebek sık yapraklı sarmaşıklar içine düştüğünde Zeus onu alıp baldırına kancalarla bağlamış ve zamanı geldiğinde tekrar doğurmuştu. İşte böylece iki kez doğmuştu Dio-Nysos. İşi başından aşkın Zeus oğlunu bakmaları ve korumaları için Tmolos yani bu günkü Salihli-Bozdağ’a bir mağaraya gönderdi. Orada su perileri Nymph’ler tarafından büyütüldü. Hatırlamaya çalıştığı çok net olmayan başka bir hikaye daha vardı. Belki de Tmolos değil Nysa yani Sultanhisar’da geçmişti çocukluğu ve belki o nedenle Dio-Nysos yani Nysa’lı tanrı diye isim vermişlerdi ona. Aman öyle ya da böyle ne farkederdi ki, işte Anadolu’luydu ve eve dönüyordu.
Lysimachos bağcılardan gelen ne zaman başlayacağız baskılarından yorulmuştu, sakinleşmek için Troya’lılardan bu yana 1000 yıldır ününden bir şey kaybetmeyen ve güçlükle bulup getirttiği Smyrna’nın Pramneion şarabından yudumladı. Bu şarabı her zaman böyle sek sevmiş, birçoklarının aksine üzerine hiç keçi peyniri rendesi ve beyaz arpa unu katmamıştı. Gözlerini kapadı ve Heraklia’yı aynı Troya, Smyrna, Milet gibi güçlü, ticaret kavşağı  büyük bir kent olarak düşledi. Bütün gayreti bunun içindi. Bilmiyordu ki çok değil, 300 yıl içinde o azgın Menderes alüvyonları ile oluşturduğu deltayı büyütecek, önce sazlıklar sonra bataklıklar ile artık limana tek bir gemi bile yanaşamayacaktı. Trajedi bununla da bitmeyecek sazlıklardan sivrisineklerle yükselen ölüm; yani sıtma gelecek, kent yavaş yavaş terkedilecek, Latmos körfezi bugünkü Bafa gölüne dönüşecekti.
Hayallere dalmışken birden uzaktan şarkılar yükselmeye başladı, Lysimachos’un yaverleri telaşla koştururak haberi getirdiler. Dionysos’un yarı keçi yarı insan görünümlü kırlarda ve ormanda yaşayan Satyr’leri ellerinde flütler, Satyr’lerin her daim şarabında etkisiyle peşinden koştukları su perileri nymp’ler, kendinden geçmiş Bacchüs perisi maenad’lar ve koro halinde şarkılar söyleyerek arp çalan Baccha’lar Heraklia’nın büyük kuleli ana kapısından içeri girerek limana doğru ilerliyorlardı. En önde yürüyen de Dionysos’u yetiştiren en yaşlı satyr, Silenos’tan başkası değildi. Baccha’ların , omuzlarında ceylân postu, başlarında çelenk vardı, ellerinde asma yaprağı taşıyorlardı. Genelde hep birlikte dağlarda ve ormanlarda geceleri meşaleler yakar, coşkulu bir şekilde flüt ve arp çalar, danseder, oyun oynar, birbirlerini kovalar ve şarkı söylerlerdi. İşte şimdi uzak bir seferden dönen Dionysos’u karşılamak ve onunla birlikte bir çok ülkede gerçekleştirdikleri bağ bozumlarından birini daha yapmak istiyorlardı. Çoşkuluydular çünkü şarap tanrısı Dionysos eve dönüyordu.
Dionysos uzun zamandır ilk kez tek başına şarap içiyor, yolculuğunun artık bitmesini bekliyordu. Aslında şarap onun için sadece bir sarhoş edici değil aynı zamanda sosyal ve sağlıklı bir içkiydi. Anlamadığı bir şekilde Helen pantheonundan aykırı bir tanrı olarak dışlanmış, o da tepkisini umursamaz tavrı ve edindiği Satyr, Nymph, Baccha ve Maenad gibi dostlarla ortaya koymuştu. Hiçbir zaman Olympos’a mahkum olmamış, dünyayı dolaşarak bağları ve şarap kültürünü geliştirmişti. Böyle bir gezgine değişik coğrafyalarda değişik isimler verilecekti doğal olarak; Dionysos, Bakkhos ve Bromis gibi. Lysimachos’un davetini kabul ederken hem bu evrensel görevini yerine getirmeyi düşünmüş hem de babası Zeus’un günahı ile sonsuz uykuya dalan Endymion’un altarını ziyaret etmek istemişti. Her seferinde babası Zeus’la kesişiyordu yolları. Öz annesi gibi ismi Selena olan Ay Tanrıçası, Heraklia’lı yakışıklı ve çok güzel kaval çalan çoban Endymion’a aşık olmuş ondan tam 50 kız çocuğu doğurmuştu. Selena’yı kıskanan Zeus, Endymion’a sonsuz gençliği bahşetmişti, ama bir daha hiç uyanmamak şartı ile. Heraklia’lılar bu öyküyü unutmamış şehrin güney kısmında at nalı şeklinde bir toplantı salonu, bir giriş ve sütunlu bir ön avludan oluşan tapınağı inşa etmişlerdi.
Lysimachos limana bakan sarayının balkonuna bir kez daha çıktı. Merakla ufka baktı. Güzel bir Ege akşamı yaklaşıyordu. Limana en son yanaşan Fenike gemisini gördü. ‘İyi denizci bunlar da’ dedi içinden. Akdeniz’de gitmedikleri liman yoktu, söylentilere göre en batıda geniş bir kanal ile sonsuz denizin başladığı yere bile yelken basmışlardı. Hatta bir seferinde sohbet ettiği bir  Fenike’li Mısır seferinde öğrendiği bir atasözünü söylemişti ona. Hiç unutmamıştı. Şöyle demişti genç denizci;
Su da yalnızca yansımanı görürsün
Ama şarapta kalbinin bahçelerini
Hayallere dalıp bunları düşünürken müziğin temposu artmış, yer yer kısa çığlıklar, alkışlar ve tezahürat duyulmaya başlamıştı. ‘Sonunda’ dedi ve koşarak merdivenlerden uçarcasına inip limana koştu. Halk çılgınca bağırıyordu. Yelkenlinin direğinden aşağıya doğru sarkan salkım salkım beyaz üzümler güneşin son ışıkları ile birer mum gibi yanarcasına parlıyorlardı.
‘Bu gece büyük bir şölen olacak’ diye bağırdı. ‘Çılgınca eğlenin, yarın bağbozumu’.
Sonra kalabalık en önde elinde thyrsos’u ile Dionysos, yanında Lysimachos ve sırasıyla Satyr’ler, Nymph’ler, Meanad ve Baccha’lar halkın arasına karışarak tiyatroya ilerlediler, ateşler yakıldı, şarap su gibi aktı, danslar edildi. Gecenin sonunda Heraklia’nın bu kıymetli misafirleri sahneye çıktılar. Gelin bundan sonrasını Euripides’in ünlü “Bacchae” isimli tragedyasından dinleyelim:
— Şarap Tanrısı, topuklarına kadar uzanan uzun bir Lidya elbisesi giymiş olarak sahneye çıkar ve şöyle konuşur:
Dionysos;
İşte ben, Zeus’un oğlu Dionysos, Kadmos’un kızı Semele’nin yıldırım dolu şimşekler içinde doğurduğu tanrı, Thebai toprağına ayak basıyorum. Tanrılığımdan soyunup insan suretine girdim… Ben Lydia’nın altın ovalarından geliyorum, İran’ın güneşten kavrulan kırlarını, Baktria’nın uzun surlarını, Media’nın buzlarla örtülü topraklarını, saadet diyarı Arabistan’ı, tuzlu denizin kıyılarında uzanan bütün Asya ülkesini, Barbar’larla Hellen’lerin karışık yaşadığı, güzel hisarlarla süslü şehirleri dolaştım. Oralarda korolarımı topladım; dinimi, ayinlerimi öğrettim; şimdi kendimi Hellen’lere tanıtmak istiyorum. Hellen toprağında Baccha’ların keskin çığlıklarıyla çınlattığım, kadınlarının çıplak vücutlarını ceylan postlarıyla sarıp ellerine thyrsos’u, yani sarmaşıklı asayı verdiğim ilk şehir Thebai oldu.
…Tanrının konuşmasının ardından Baccha’lar korosu ezgiye başlar;
Asya topraklarından geldim,
Yüce Tmolos’u aştım,
Tanrımız Bromis uğrunda
Durmadan ,yorulmadan koşuyordum.
Euhoi diye bağırarak
Bakkhos’un şerefine.
Kim o, yolda gezen?
Çekilsin herkes damının altına,
Temizleyip kapansın bütün ağızlar;
Şimdi ben, Euhoi sesleriyle
Dionysos’u kutluyorum.

Notlar;
Satyr:Gövdelerinin belden üstü insan, belden aşağısı ise teke biçiminde olan keçi boynuzlu, sivri ve uzun kulaklı, uzun kuyruklu ve göze çarpan penisli kır ve ormanda yaşayan yaratıklardır. Genellikle ellerindeki flüt ve ardından koştukları nemfler ve maenadlar ile birlikte anlatılmışlardır. Şarap tanrısı Dionysos ile birlikte şarap içerler, kırlarda dans ederler. Yaşlanan satirlere silenos denir. Dionysos’u yetiştiren yaratığın adı da Silenos’tur.
Nymph:Balımsı Ambrosia ile beslendikleri için çok uzun yaşayan her daim güzel olan, yarı çıplak dolgun vücutlu, doğurganlık ve zerafet simgesi perilerdir. Doğada yaşadıkları yere göre, dağlarda Oread, suda Naiad ve meşe ağaçlarında Dryad olarak isimlendirilirler. Satyrler doğanın bir parçası olan nymphlere hayrandır.
Maenad:Aşırı alkollü, kendini kaybetmiş bir şekilde dans ederek şarkılar söyleyen ve seksuel arzularına sınır koymayan, resimlerde başında yılan sarılı, bir elinde panter tutan diğer elinde thyrsos taşıyan, Dionysos’un çılgın kadın fanatikleri.
Baccha: Bağ bozumu törenlerinde koro halinde şarkılar söyleyen, Dionysos’a
inanan ve ona tapan rahibe kadınlar.
*Bu yazı Karaf  Magazin’in Temmuz-Eylül 2012 tarihli 51. sayısında 14-19. sayfalarda yayınlanmıştır.

Yorum