Şaraba Gönül Verenler: Güler Sabancı

Ebru Erke: Bize şarabın hayatınızdaki yerinden bahseder misiniz?

Güler Sabancı: 80’li yıllardan itibaren şarabı daha iyi anlamaya ve severek içmeye başladım. 90’lı yılların başlarından itibaren de hemen her sene Bordo’ya şarap tatmaya gittim ve şaraba daha da heveslendim. Seyahatlerim aslında sadece şarabı tadıp biraz da öğrenmek içindi. Fakat şaraba olan ilgim bunun ötesine geçti. 94 yılında dayım Orhan Türker’i de heyecanlandırıp, heveslendirdim ve birbirimizi motive ederek aynı yıl Şarköy Mürefte’de bağımızı oluşturduk.

Bağınızı oluştururken, şarabınızı ilk yudumladığınız anı nasıl hayal etmiştiniz? Aklınızda şarabınızın benzemesini istediğiniz bir şarap var mıydı?

Bu pek elinizde olan bir şey değil. Şarapta illa ben bunu istiyorum, bunu seviyorum, bunu da bu bağda üreteceğim diye bir konu yok. Tabiata uymak lazım; tabiat ne diyorsa o oluyor. Bize de tabiat söyledi ne yapacağımızı. Türkiye’den ve İtalya’daki Ancona Üniversitesi’nden hocalar geldi, testler yaptırdık. Bir iki sene sonrasında da Bordo’dan geldiler. Toprak, rüzgâr, iklim, arsamızın meyli, güneş alma şekli incelendi. Toprağımıza en uyumlu üzümlerin Cabarnet Sauvignon ve Merlot olacağını söylediler. Hakikaten de çok iyi oldu. Daha sonra İtalyanlar geldi bize ‘Sangiovese üzümü bu toprakta iyi olur’ dediler ve hakikaten o da çok iyi oldu. 6 sene önce mevcut arazinin yanındaki yamaçtan arazi alarak testler yaptırdık ve dayımın çok arzu ettiği Cot üzümünü diktik. Bu da doğru bir tercih oldu. Şarabımız Cot’n’in biraz zamana ve sabra ihtiyacı var ama çok kuvvetli ve güzel bir başlangıç yaptı. Tabiatın neye kucak açacağına fırsat vermek gerek.

Son yıllarda dünyadaki şarapla ilgili gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?

Napa Vadisi şarap üreticileri ve California Üniversitesi ile birlikte başlayan bir süreç var. El ele, yepyeni bir dünya yarattılar. Bu birliktelik sayesinde şarap üretimi, kalite kontrolü sağlanabilen bir iş oldu. Şarap üretiminde sürprizler azaldı. Fıçılara beklemeye girene kadarki süreç tamamen teknolojik oldu ve bu üretim kalitesini olabildiği kadar standardize etti. Şarap üretimi allahın dediği olacaktan çıktı. Bu gelişmenin tüm dünyada bir kırılma noktası olduğunu söyleyebiliriz. Fransızlar üzüm cinslerini hiç kullanmaz sadece bölge adıyla şaraplarını kategorize ederdi. Amerikalılar, Fransızları taklit etmek yerine üzüm cinsini ön plana çıkardı. Dolayısıyla yeni bir dönem açıldı. Bugün aynı Cabarnet fidanları, dünyanın farklı yerlerinde başka Cabernet’ler çıkarıyor. Hepimizin keyif aldığı çok çeşitlilik sayesinde farklı lezzetleri tatma imkânımız var artık.

Şu sıralar ilginizi çeken, merak ettiğiniz bir bölge var mı?

Her gittiğim yerde o bölgenin şarabını içerim. Mesela Viyana’dan yeni döndüm, Avusturya eski bir şarap üreticisi ülke; serin bir memleket olmanın verdiği farklı bir lezzet var üzümlerinde. Yeni bir takım Avusturya şarapları tattırdılar, Burgonya’lara çok benziyor, çok hoşuma gitti.  Eski bir bölge ama yeni şarapları da var. Önümüzdeki aylarda Güney Afrika’ya gitmeyi çok arzu ediyorum. Oranın şaraplarını sıkça tadıyorum; bir de kendi yerinde tatmak ve anlamak istiyorum.

Unutamadığınız bir şarap sofrası ya da bir anınız var mı?

Evet, unutamadığım çok anım var. Bordo Üniversitesi Profesörlerinden Nicholas Vivas’dan şarapla ilgili danışmanlık alıyoruz. Vivas’ın bizim tabirimizle alaylı, Pascal Delbeck diye bir dostu vardır. Pascal’ın büyük babası Chateau Margaux’nun nun baş konesörü imiş. Pascal Chateau Belair’in sahibi, şarap master’ı, tadanı, karar vereni… Her Bordo’ya gittiğimizde beni ve dayım Orhan Türker’i ağarlar. Bordo seyahatlerimizden birinde Chateau Belair’de beş altı kişilik küçük bir grubuz. Önce 10 yaşında bir şarapla başladık. Pascal bize gitgide daha yaşlı şaraplar açmaya başladı: 30 yaşında, daha sonra da 60 yaşında bir şarapla devam ettik. Pascal o gece çok güzel bir şey söyledi: ‘Şarabın yaşı arttıkça şişeden ilk çıkıp oksijenle buluştuğu, korunmadan kurtulduğu andan sonraki hayatında artık oksijenle nasıl baş edeceğini bilemezsin’ dedi. Yaşlandıkça da bu risk artar. Tıpkı yaşlı insanlar gibi çabuk etkilenip hastalanabilir. Bu nedenle kafalarımızdaki ‘en eski en iyidir’ kalıbını silmek lazım.

En keyifli şarap paylaşımlarını kimlerle yaşıyorsunuz?

Şarköy’de bir misafirhane gibi bir yer yaptım ve en keyif aldığım şarap paylaşımlarını orada en yakın dostlarımla yaşadım. Benim için şarabın ne olduğundan çok onu kimle paylaştığım önemlidir. Dostluklarım daima şarabımdan önemlidir. Dolayısıyla yakın ve can dostlarım Cem Boyner, Bülent Eczacıbaşı, Halis Komili, Profesör Asaf Savaş Akat, Nilüfer Göle, Sedat Aloğlu ve eşleriyle beraber aynı sofrayı paylaşmaktan çok keyif alırım. Şarap, soframıza ilave bir keyif ve güç katar. Şarap işine girene kadar mutfağa girmek gibi bir alışkanlığım yoktu. Şarap işine girdikten sonra Toskana’ya da çok gittim. Türkiye’de İtalyan üzümleriyle ilk biz şarap yaptık: Sangiovese. Dolayısıyla şarapla uğraşmaya başlayınca, yemekle uğraşmak da hoşuma gitti. 95–96 yıllarıydı, çocukluk arkadaşım Leyla Hanımla beraber İtalya’ya yemek kursuna gittim. O kocasına, ben de şarabıma uygun yemek yapmayı öğrenmek için kursa yazıldık. O eğitim sonrasında da yemek yapmayı sever oldum. Şarköy’de dostlarıma kendi yemeklerimi yapabilmek benim için çok önemli ama artık eskisi gibi vaktim olmuyor; umarım yine yaparım.

Özel günlerinizde ne içersiniz?

Şarabı seviyorum ve şarapta farklı tatlar arıyorum. Fiyatla ilgili saplantım yoktur. Zaten makul fiyatlara çok iyi Yeni Dünya şarapları bulabiliyorsunuz. İnsanın alışkanlıkları, sevdikleri var ama ben bilmediklerimi ısmarlamayı, denemeyi tercih ediyorum.

Kavınızda neler bulunduruyorsunuz?

Kavımla ilgili büyük bir iddiam yok ama birkaç çeşit İtalyan, birkaç çeşit Bordo var. Yeni dönem şaraplarından Arjantinler şimdi güzel oldu. Bundan 7 sene önce ilk Arjantin’e gittiğimde şarapları felaketti. Çok da gururluydular, başka ülke şarapları sipariş edince bozulurlardı. Şimdi muazzam şarapları var. O yüzden ben Türkiye’den, bizdeki gidişattan çok umutluyum.

Günlük hayatta evinizde dinlenirken ne içersiniz?

Kırmızı şarap. Merlot bana çok yumuşak ve sakin geliyor. İçtiğim şarabın biraz duygusu, bir karakteri olsun istiyorum. Onu da daha çok Cabernet’de buluyorum. Dolayısıyla Cabernet’nin ağırlıklı olduğu karışımları tercih ediyorum. Bizim üzümlerimizden de Kalecik Karasını beğeniyorum. Öküzgözünü kupajlarda seviyorum. Aslında sevgi dağarcığım çok geniş. İnsanın ne içmek istediği biraz da o anda ne hissettiği, nasıl bir tat aradığıyla da çok bağlantılı.

Yorum