La Madeleine, Chatelet, Rivoli, Gare de L’est ve Yine Paris

Paris ile ilgili yazmak istediklerim öyle bir yazı ile bitmeyeceğinden, kaldığım yerden devam ediyorum, çünkü gezimiz sadece Marais ile sınırlı kalmamıştı. Her gittiğimizde severek uğradığımız adreslere, yeni şarap mağazaları ve bistrotlar eklenmişti. Hep gittiğimiz yerlerin başında, La Madeleine  meydanı gelir. Yıllar önce ilk kez Paris’e geldiğimde beni en çok etkileyen yer olmuştu, Madeleine Kilisesi, herkes Notre Dame’ı etkileyici bulsa da benim tercihim, La Madeleine ve Sacré Coeur…

Bu meydanda o kadar çok yer var ki anlatacak hangisinden başlasam karar vermek zor. Geçen gelişimizde, bir akşam üzere kapanmak üzereyken keşfedip, birer kadeh şarap içip, güzel armanyaklar aldığımız “Chemin des Vignes” burası Hediard’ın yan sokağından girip biraz ilerleyip, sağa dönünce karşınıza çıkacak, küçük ama çok zengin bir kav. Burada öğlenleri günün yemeği, şarküteri ve peynir tabağı sipariş ederek, yanına seçtiğiniz şarapla birlikte afiyetle yiyip içebilirsiniz. Biz bir gün önce seçtiğimiz Domain de la Taille Aux  Loups 2011 şarabımızı soğutmalarını rica ederek, ertesi gün peynir tabağımızla mükemmel bir öğleden sonra geçirdik. Burada biraz turistik bulduğumuz Lavinia’ya göre fiyatlar epey ucuz. Lavinia deyince, zamanınız kısıtlı ise her türden şarabı burada bulmanız mümkün, ama bizim gibi daha oraya ait hissi veren yerlerden hoşlanıyorsanız ve Fransız tarzını seviyorsanız, ara sokaklarda kaybolmayı göze almalısınız. Bu meydan da Fauchon, Hediard, Nicolas, Maison de la Truffe ve daha pek çok yeme içme mekanı mevcut, tabii hemen Baccarat’nın yanında yer alan ve sadece Fransız şarapları satan  “Au Verger dela Madeleine”i de unutmamak gerekir.

Biraz da yemek; güzel bir Paris bistrot’su sanki açıldığı 1929 yılından beri pek bir şey değişmemiş gibi duran, üç kuşaktır aynı aile tarafından işletilen “Au Terminus du Chatelet”. Kapısı güzel bir kırmızı renkte, önündeki kasalarda  mantar, biber gibi mevsim sebzeleri… Her zaman ki gibi rezarvasyonsuz gidiyoruz, şık bir garson bizi karşılıyor ve masamıza oturtuyor, biraz ilerdeki masada iki kişi yemek yiyor, ilerleyen saatlerde müdavimi oldukları her halinden belli olanlar da gelmeye devam ediyor, yaş ortalaması biraz yüksek, servis tam Fransız tarzı, yavaş her şey sırasıyla ve mükemmele yakın… Burada başlangıç ve şarap söyleyerek, ana yemeği acele etmeden beklemelisiniz, aksi halde sıkılabilirsiniz… Ördek konfit, deniz taraklı tagliatelli ve kuşkonmaz yedik biz, şarabımız ise bir Burgonya şarabı Benoit Cantin İrancy 2010 idi.

Buradan bizim uzun zaman önce gittiğimiz, sonra işletmesi Cezayirli bir aileye geçince yemek tarzı değiştiği için sadece calvados, konyak, armanyak gibi dijestifler içerek müzik dinlediğimiz Piano Bar Gare de L’est’e geçtik. Son üç dört yıldır gitmemiştik, her şey aynıydı, piyanoyu çalan kişi aynı, Karl Marx’a benzeyen, bira içip yemek yiyen, sonra saatler ilerleyince sütünü içerek oradan ayrılan adam, sadece sigara artık içeride içilemediği için dışarıya çıkıp orada içiyor…. Sadece bu değişmiş, biz de her şey ne çabuk değişip başkalaşıyor oysa, belki de Paris’te sevdiğim şey bu her aradığım da aynı şekilde bulmam onu…

Gare deL’est demişken, orada olan herkesin pek bilmediği, “ Caves Bardou”yu  unutmamak  gerek,1907’den beri açık olan ve genellikle Alsace şarapları ve nefis” foie gras”lar satan sevimli mekan… Bir de “Au Trappiste” var tabii, Rivoli caddesinde, moules marinieres  yiyip, sayamayacak kadar çeşitli Belçika biralarından  zor da olsa seçerek içtiğimiz yer. Biz gittiğimizde Nisan başıydı ve ayın birası “Cuvee des Trolls” du severek yudumladık, bir de frambuazlı birası var ki özelikle tavsiye edebilirim…  Galiba, Paris için yazacaklarım tükenmeyecek , neyse bitiriyorum artık tabii bir sonra ki Paris seyahatine kadar………

 

8/4/2013
Yorum