İtalyan yıldızları, Supertuscan ve Barolo (1)

Tek başına şarap içmek hiç ama hiç zevkli olmadığı gibi benim pek alışkanlığım da değil. THY’nin € 99 İtalya promosyon biletini görünce acaba hangi şarapseverler benimle gelir diye arkadaşları dürtmeye başladım. Çok özel ve güzel şaraphaneleri de organize ettikten sonra Perşembe sabah Bologna uçağının check-in kontuarında buluştuk. Tabii ki 4 günlük seyahat olmasına rağmen herkes en büyük valizleri ile gelmişti. Bologna havaalanına inip kiralık arabayla yola çıktığımızda arabamız ağzına kadar doluydu. Dönüşte alacağımız şaraplara yer kalmamıştı!!!!
İlk durağımız Bibbona’da Antinori kardeşlerin küçüğü Marchese Ludovico Antinori’nin yeni bebeği Tenuta di Biserno’yu ziyaret ettik. Bağın içinde Relais di Biserno’daki odalarımıza yerleştik. Nefis bir panorama, bir taraf zeytinlik üç tarafımız bağ ve etrafı çevreleyen yoğun ve yeşil bir orman olan milli park. Benim Türkiye’de sıkça görüp Avrupa’da hiç görmediğim bir şey burada mevcut; bütün bağın çevresi yaban domuzu ve tilkiye karşı kuvvetli duvar ve/veya çitlerle çevrilmiş. Ev sahibemiz Eva bize hafif bir öğle yemeği hazırlayacağını söyledi ama önümüze gelenlere tam bir Toskana ziyafeti diyebiliriz. Yemeğimizle Lodovico’nun Bolgheri yıldızı Tenuta dei Pienali’den CORONATO 2008 içtik.  Bordeaux karışımı olan bu şarap öyle yumuşak içimli ki, yemek miydi güzel olan şarap mıydı yoksa uyumu muydu düşündük. Sonra da tadımımız başladı.
Mount Nelson Marlborough Sauvignon Blanc 2011, Ludovico gibi bir Bordeaux tutkununun yapacağı tek beyaz şarap herhalde. Mount Nelson Sadece ve sadece Bordeaux asil üzümlerinden Fransa dışında yapılabilecek en iyi şarap olmuş. Mükemmel bir ön burun; mango, kavun, çarkıfelek meyvesi gibi egzotik meyve aromaları ile greyfrut gibi narenciye aromalarının dansını izliyorsunuz. Diğer yandan ağızda tazelik hissi veren asiditenin habercisi keskin bir yeşil elma aroması; hani Granny Smith dedikleri ağız buran cinsinden. Bir yudum alınca hiç fıçı görmemesine rağmen ağzınızı yumuşacık dolduran bir kremamsı bir tat. Dolaptan eksik etmemeniz gereken bir şarap, kesinlikle.
Ardından 1/3’ü Shiraz olmak üzere Cabernet Franc, Merlot ve Petit Verdot kupajı olan Insoglia della Cinghiale 2009 tadıldı. Saf çikolata ve füme aromalarının bolca hissedildiği bir başlangıç şarabı. Buna rağmen Parker’dan 90 puan almış. Ardından gelen Bordeaux kupaji, ağabeyi Il Pino 2009 kadar etki yarattı bende ve bence her ikisi de çok iyi fiyat/kalite dengesine sahip. Tabii ki en son tattığımız başyapıt, Biserno 2008, ben bu ormanın kralıyım dedi. Denge mi istiyorsunuz? Var. Meyve konsantrasyonu mu istiyorsunuz? O da var. Güç mü, tanen mi istiyorsunuz? O da var. Dahası hepsi denge ve harmoni içinde, ustalıkla işlenmiş bir fıçı ve çok iyi kurgulanmış bir şarap. Kat kat gelen orman meyveleri, tütün ve animal tonlar. Bunları arasında ikincil gelen pişmiş meyve ve daha sonra ortaya çıkan karamel kokuları ve tatları da, uzun sure ağzınızda dans ediyor.
Aradan 2 saat geçmişken akşam yemeği vaktimiz geldi. Enoteca Tognoni, Bolgheri’de hem restoran hem de şarap mağazası. Perakende satış fiyatına masanızda istediğiniz şarabı açabiliyorsunuz. Damaklarımızda hala Biserno 2008’in tadı var, önümüzde muhteşem bir Toskana şarküteri tabağı, siz ne sipariş ederdiniz? Evet, biz de ondan söyledik, Sassicaia 2009. Size yemin ederim hepimiz Biserno’dan sonra hayal kırıklığına uğradık. Bakın, Sassicaia kötü şarap falan demiyorum. Ama Biserno’nun tadını ve etkisini geçemedi. Geceyi Allegrini’nin Bolgheri şaraphanesinden Poggio al Tesoro 2006 rekolte W Dedicato a Walter ile bitirdik. Cabernet Franc üzümünün olanca güzelliğini bize tattıran bu şarap bizi rahatlattı. Yoksa uyku uyuyamayacaktık maazallah,  kolay mi Sassicaia şoku?
Kendimizi sabah 10’daki Ornellaia gezisine sakladık. Bu bölgeye her gelişimde biraz daha hayran kalıyorum. Sanki şarap imalatı yapılan bir bağda değiliz de Japonya’da veya Hollanda’daki bir botanik bahçedeyiz ve buraya gezintiye, bitkileri tanımaya gelmişiz. Yani sağda solda biraz dağınıklık, başıboşluk olmaz mı? Nihayetinde burada imalat yapılıyor, artık var, çöp var, o var bu var…
Bağlar dahil her şey bir botanik bahçesi düzgünlüğünde. Hem dünyada kaç tane ç yolları asfalt, trafik işaretleri olan bağ var? Neyse şekilciliği bir yana bırakıp şaraphaneyi dolaşırken taflanlardan yapılmış bir yontu bizi karşılıyor. Dairesel şekilde “HAPPILY EVER AFTER” yazılmış. Ornellaia’nın sanat desteği programında genç bir sanatçının üstünde uğraştığı bir proje bu. İçeri girdiğimizde 2006 rekoltesinden beri her sene değişik ülkelerden sanatçılara yaptırılan magnum ve double magnum el boyaması şişeleri görüyoruz. Hepsinde bir tema mevcut. Tadıma geçtiğimizde Le Volte 2010  ile başladık. Sangiovese üzümünün kullanıldığı tek şarap bu, kolay içimli, aklınıza gelen tüm İtalyan yemekleriyle içilebilecek günlük bir şarap. Ardından Le Serre Nuove 2010 içtik. Şişeleninceye kadar Ornellaia mı Le Serre Nuove mi olacağı belli olmayan bu şarap, 2.ci şarap olarak kalıyor ama fiyat/kalite dengesinde mükemmel sonuç veriyor. Aynı Ornellaia’daki gibi pişmiş meyveler, tütün ve deri aromalarının dansı bu şarapta da var. Ornellaia 2009 bize şaraphane’nin en tepe noktalarını gösterdi. Ağzımız kulaklarımızda Ornellaia’dan ayrıldık.
Yine Enoteca Tognoni’nin yolunu tuttuk öğlen yemeğinde, yola çıkacağız hafif yiyelim kararı ile masanın tamamını kaplayan ‘Bistecca Fiorentina’nın masaya gelmesi arasında sadece 15 dakika vardı. Macchiole’nin 2009 Paleo’su Cabernet Franc’ı ne kadar sevdiğimizin kanıtı oldu. Hafif bir yemek!!! olduğu için sadece bir şişe şarap ile yetindik. Daha sonra Bolgheri appelasyonu’nun en güney noktasındaki Tenuta D’Argenteria şaraphanesine doğru yola çıktık. Dev bir arazi üstünde kurulmuş şaraphane sanki bir Aztek tapınağını andırıyordu.
Poggio al Ginepri ile başladık bu olağanüstü şaraphanedeki tadımımıza. İlk şarabımız Cabernet Sauvignon ve Shiraz kupajı olan Rosato 2011 idi, öğrendik ki Toskana’da ilk yapılan şarap kolay içimi dolayısıyla Rose şarapmış. Burunda çilek ve böğürtlen kokuları verip damakta meyvelerle beraber orman gülü tadı bırakan hoş içimli bir Roseydi bu. Ardından Bianco 2011 geldi, Viognier, Vermentino ve Sauvignon Blanc kupaji olan bu şarap Toskana’da içtiğim en kompleks beyaz şaraplardan biriydi. Hem çiçeksi aromalar hem de narenciye ağırlıklı meyve aromaları buram buram gelen bir şaraptır bu. Tabii 2010 Rosso Cabernet Sauvignon,  Syrah ve Merlot kupaji olarak bize ardından gelecek şarapların sinyalini verdi. Fiyat kalite dengesinde mükemmel sayılacak bu şarap hem orman meyveleri hem de balsamik gibi doygun ve yanık tatlar veren, uzun bitişi ile yerinde duramayan bir şaraptır bu. 2010 rekolte Villa Donorotico, güzel bir Bordeaux kupaji, Cabernet Sauvignon, Cabernet Franc, Merlot ve Petit Verdot üzümlerinden oluşuyor. Kırmızı orman meyvelerinden başka balsamik ve okaliptüs gibi ilginç aromalar ağızda dans ediyordu. Argentiera’yı içtiğimiz zaman bir başyapıt ile karşı karşıya olduğumuzu anladık. Kadifemsi bitişi ve çok düzgün kurulmuş dengesi ile Argentiera çok tutulan bir şarap olacak gibi gözüküyor. Tabii bu yumuşaklık %50 oranındaki Merlot’dan gelmekte. Mutlu bir şekilde Argentiera’daki tadımımızı tamamladık, ama asıl şaşkınlığımız su anda sadece 80 ha olan bağların kademeli olarak 500 ha üstüne çıkacağı ve Argentiera’nın bölgenin en büyük şaraphanesi olacağı şeklinde. Sanıyorum biz bu şarap hakkında çok şey duyacağız. Fratini ailesi bu yatırımları ile zaten sahip oldukları Four Seasons Floransa ve Four Seasons Roma otellerinden sonra ses getirecek bir projeye imza atmış durumdalar.  Yola koyulduğumuzda hala Argentiera’nın o yumuşak kadifemsi dokusu damaklarımızda, konaklayacağımız Sestri Levante’ye doğru yola cıktık. Sestri Levante ve Alba hikayemizi haftaya detaylandıracağım. Bizi okumaya devam edin sevgili okurlar.

 

12/12/2012
Yorum