Treviso ve İtalyan Köylüsünün şarabı: Grappa

Murat Yankı'dan Keyifli Bir Grappa Hikayesi

Treviso ve İtalyan Köylüsünün şarabı: Grappa

Soğuk ama güneşin görünsem mi görünmesem mi tercihini biraz daha birincisinden yana kullandığı bir günde, araç sponsorumuz olmadığı için otobüsle Treviso’ya doğru yola çıktık. Amacımız kuzeyin bu Venedik tarafından gölgelenmiş kentinde küçük bir mola verdikten sonra Bassano del Grappa’ya varmaktı. Treviso yolunda İtalya’nın endüstriyel bölgelerini geçiyoruz. Dolayısıyla manzaranın güzel olduğunu pek söyleyemeyeceğimiz bir yolculuğun sonunda Treviso’ya varmıştık. Treviso  İtalya’nın İkinci Venedik’i gibi. Piave ve Sile Irmakları tarafından kuşatılmış bu şehirde tıpkı Venedik gibi birçok cadde ve sokak kanal haline dönüşmüş. Hatta Venedik’ten de daha temiz ve düzenli bir görüntü veriyor. Bunun nedenlerinden biri de belki güzelliğinin ve çekiciliğinin Venedik tarafından gölgelenmiş olması ve bu nedenle büyük turist akınına uğramaması. Bizim için Treviso’da ilginç olan bir konu da şehrin yaklaşık 3000 yıl önce kurulmasıyla ilgili olan iki efsanenin her ikisinin de Anadolu kaynaklı olması. Birincisine göre Taurus yani Toros dağlarından gelen galatlar burada Taurisium diye ilk şehri kuruyorlar. İkinci efsane ise bizim Çanakkale’nin de kurucusu olan Kral Dardanos ile ilgili. Truva Savaşı sonrasında Dardanos İtalya’ya göçüyor ve bu şehri kuruyor. Bu efsaneleri düşününce kendimizi memlekette sanıyor, daha da iyi hissediyoruz. 

Soğuktan ve yürümekten biraz karnımız acıkıyor, bir yere girip bir şeyler yiyelim deyince, ara sokakta, şirin görünümlü küçük bir restoran buluyor, kendimizi içeri atıyor, gelen garsona ‘biz yabancıyız, anlamayız, getir bir şeyler de yiyelim diyoruz. İlk gelen yemeğin ismi ilginç ‘risi e bisi’. Bu, düpedüz bizim bezelyeli pilav be. Onu bir güzel mideye indirdikten sonra soğanlı sardalya getiriyor garsonumuz. Aman allahım ne lezzet! Bizim buğulamaya benziyor. Eh bunların yanına bir de şarap olmaz mı? Öğle vakti içip içmemek arası gidip geliyor ancak daha sonra ‘en kötüsü otobüste uyuruz canım diyerek şarap mönüsünü istiyoruz. Mönüde yok yok. Cabernet’ler, Pinot’lar, Sauvignon Blanc’lar. E bunlar bizde de var. (Bu arada İtalya’nın bu bölgesinin Cabernet’leri oldukça başarılıdır.) Yerel bir şey arıyoruz, gözümüze Raboso çarpıyor. Onu ısmarlıyoruz. Raboso, genç ve açık renkli, taze meyve kokulu, içimi kolay şaraplar veren bir üzüm. Daha sonra öğreniyoruz ki 100 yıl kadar önce tüm Avrupa bağlarını yok eden filoksera hastalığından bölgede kurtulabilen tek çeşit bu olmuş ve günümüzde de bölgedeki yabancı üzümler isyanına adeta meydan okuyarak, ‘ben siz gelmeden önce buradaydım, sizden sonra da burada olacağım’ diyor. Hafif serin Raboso şarabı çok hoşumuza gidiyor. Asıl sürprizle tatlı aşamasında karşılaşıyoruz. Tiramisu ister miyiz? Diye soruluyor. ‘İtalya’da da her yerde tiramisu var’ deyip biraz aşağılayacak olunca ne duyalım? ‘Tiramisu bu şehirde icat edildi. Dolayısıyla bir Treviso tatlısıdır’.İlk başta bizim ‘her şey ve herkes Türk’tür’ dememizi andıran bu söylem daha sonra araştırdığımızda, doğru çıkıyor. Tiramisu dışında Benetton ailesi Treviso’lu ve ünlü modacı Pierre Cardin de buralı. Anlayacağınız bizim Denizli Babadağ misali, modacı, tekstilci üretiyor bu toprak.

Treviso’da bu kadar mola yeter deyip Bassano del Grappa’ya doğru yola çıkıyoruz. Bassano del Grappa hiç beklemediğimiz kadar şirin bir yer. Brenta nehrinin iki yanındaki tepenin yamacına kurulmuş. Nehrin iki yakasını, dolayısıyla şehrin iki yakasını bir tahta köprü bağlıyor. Bu köprü aynı zamanda bir bölümünde iki taraflı olarak dükkanları barındırıyor. Ahşap olmasına rağmen böyle yaşam alanı haline gelecek kadar geniş olması gerçekten şaşırtıcı. Aynı anda bisikletler geçip, insanlar yürüyüp, başkaları alışveriş yapabiliyor. Köprünün bittiği yerde karaya ayağımızı basıp dar bir yoldan biraz yürüdüğümüzde karşımıza Poli Grappa Müzesi çıkıyor. Poli ailesi 1898 den beri grappa üretiyor. Grappa, üzümün şaraba giden bölümünün, yani tamamının, sapı bile dahil olmak suretiyle damıtılmasıyla elde edilen yüksek alkollü bir içki. Gariban şarabı olarak da biliniyor. Eskiden, fakir üreticiler kışı geçirecek parayı temin etmek için bütün şarabı satmak zorunda kalırlarmış ve kendilerine ancak posasını ayırabilir, ondan bir içki yaparlarmış, işte o, Grappa imiş. Asla rafine bir ürün değilmiş, hatta çok sağlıklı olduğu bile söylenemezmiş. O kadar ki Avrupa Birliği bir ara grappayı yasaklamak istemiş ama büyük tepki nedeniyle vazgeçmiş. Poli firmasının sahibi Jacopo Poli’ye göre Grappa artı yok. Bitmiş. Eski köylü grappalarını o günkü şekliyle insanlara beğendirmek mümkün olmadığı için şu anda üretilenlerin yalnızca ismi Grappa’ymış. Şu anda her şeyden önce tüketicinin hoşuna gidecek bir şey üretme amacı varmış. Bizim tattığımız grappalar arasında örneğin 4 yıl meşe fıçıda bekletilmiş bir örnek olduğu gibi, çilekli grappa, portakallı grappa gibi tadı hoş olan ürünler vardı.

Jacopo Poli grappa üreten ailenin 4. neslini temsil ediyor. Büyük dedesi başlamış, dedesi zamanında fabrika kurulmuş, babasıyla marka tanınmış ve kendisiyle uluslar arası hale gelmiş. Poli grappası ülkemizde bile bulunuyor.

Şu anda müze olan yer dedesi ve babası zamanındaki fabrikaymış ama işler büyüyünce oraya sığamaz olmuşlar ve şehir dışında modern bir tesise taşınmışlar. Şu andaki bina da eski damıtma ve üretim makinelarının sergilendiği bir müze haline gelmiş.

Müzenin gezisini bitirdikten sonra teşekkür edip ayrılıyoruz. Bassano sokaklarında dağ taş grappa. Bütün dükkanlar grappa satıyor. Turistik olarak satılan grappaların dışında bir tanesi daha dikkatimizi çekiyor: Şişenin üzerinde ‘Nardini, dal 1779’ yazıyor. Ne kadar eski bir tarih olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Düşünsenize daha Fransız Devrimi bile olmamış o tarihlerde. Dolayısıyla biz de Poli’den başka bir de Nardini’nin varlığını öğreniyoruz. Nardini aslında tüm İtalya’nın en eski damıtım evi. Bartolo Nardini 1779’da Brenta Nehri üzerindeki köprünün girişinde bulunan restoranı satın almış ve orayı bir damıtım evine çevirmiş. Sinyor Nardini’nin bu girişimine kadar grappa damıtımı yalnızca evlerde yapılırmış. Konum olarak ırmağın hemen yanıbaşının seçilmesinin nedeni de damıtma işleminde gerekli olan suya yakın olma amacıymış. Poli firması özellikle müze projesiyle başarılı bir halkla ilişkiler politikası yürütmüş olsa bile Nardini ülkenin en eski ve en büyük üreticisi konumunda bulunuyor ve daha çok geleneksel tarzda grappa üretiyor. Firmanın başında şu anda yedinci nesilden Giuseppe Nardini bulunuyor. Bütün bunları konuşurken biz de grappaları arkası arkasına deviriyoruz. Ne de olsa cam

treviso
treviso

ide değiliz ama grappa da 50 derece. Yani bizim gibi rakı delikanlıları için bile zorlayıcı bir derece. Ama nehrin nemli soğuk havasında grappa boğazımızdan geçerken bir yakması yok mu? O his birden bana üstat Aydın Boysan’ın ‘ Zürafa o kadar uzun boyunla ne güzel rakı içerdi, boyundan geçerken ne güzel keyif olurdu’ sözünü hatırlatıyor.

Bu kadar tadım!! Yeter deyip Nardini’den ayrılıyoruz hatta Bassano’dan bir an önce ayrılmakta yarar var çünkü biraz sonra sızıp kalacağız. Kendimize gelmek için soluğu bir kafede alıyoruz. Cafe stretto per favore! Sıkı bir kahve lütfen. Kahvemizi içip ayrılıyoruz Bassano’dan.

 

Yorum