Kral ve Kraliçe Barolo ve Barbaresco

Bizim çoğunlukla İsviçre ve Avusturya bölümünü bildiğimiz Alpler aslında çok dallı budaklı sıradağlardır. Örneğin İspanya-Fransa sınırında Pirene’ler olarak başlayıp Fransa’nın Akdeniz kıyısı boyunca kah alçalıp kah yükselerek Tüm Fransa’yı boydan boya geçerler. Fransa’dan çıkıp İtalya’ya girerken de iyice yükselir, Nice’e ve Monaco’ya şöyle tepeden bakarlar. Bu bölüme ‘Alpes Maritimes’ yani Deniz Alpleri adı verilir.
Güneşli bir aralık günü İtalya’nın Fransa ile sınırını oluşturan Ventimglia’dan Deniz Apleri’ne doğru, arkamızı denize verip yola çıktık. Daracık dağ yolu kıvrım kıvrım tırmanıyordu. Bu yol İtalya-Fransa sınırına paralel olarak kuzeye doğru devam edip, Fransa’ya geçip oradan yeniden İtalya’ya giren, dolayısıyla hangisini görsek acaba? Diye bir hayli tereddüt ettikten sonra kararını İtalya’da kalmak yönünde veren bir dağ yolu. Dağlara doğru epeyce yol aldıktan sonra kafamızı kaldırdığımızda ‘Yahu o dağın tepesine o köyü nasıl kondurdunuz?’ mu desek, yoksa ‘burada aşağıda (aşağısı dediğimiz yerin denizden yüksekliği 1400 metre) yerler varken niye o kadar yukarıda şehir kurdunuz’ diye mi seslensek bilemediğimiz ancak inanılması zor yerlerde kurulmuş dağ köylerini görüyoruz ve daha sonrasında yine döne döne İtalya’nın Piemonte Bölgesi’ne doğru iniyoruz.
Dağlar nihayet bitti de düzlüğe geldik. Uzaktan bakınca karlı tepeler ne kadar da güzel gözüküyor? Dağlar hep öyle değil midir? Uzaktan güzel gözükürler.
Cuneo’ya varıyoruz. Burası İtalya’nın en ünlü şaraplarının üretildiği Piemonte’nin en önemli kenti ve aynı zamanda da güney sınırı olarak biliniyor. Akdeniz’den çok bir Orta veya Batı Avrupa kenti görünümünde burası. Kocaman bulvarlar, ferah meydanlar, üstü kapalı galeri şeklinde kaldırımlar var Cuneo’da. Yaklaşık 50 000 nüfuslu bu şehir tarihte biraz İtalya biraz da Fransa olmuş. Cuneo adı ‘koni’ den geliyor. Bu koni dikey değil, zira Cuneo dümdüz bir şehir. Ancak yukarıdan şehre bakıldığında burasının yatay olarak koni şeklinde geliştiği görülüyor. Şarap bölgesinin hemen kıyısında olmakla birlikte Cuneo  üretici değil yalnızca içici oluyor. Bu sanayi şehri hemen yakınında tüketilen şarapları bir güzel tüketiyor. Cuneo, küçük bir molayı hak eden bir kent. Son derece düzenli, sakin, insanlar kibar.
Cuneo’dan ayrılıp biraz daha kuzeye yol alıyoruz. Yolda geçtiğimiz bölgede çok sayıda sanayi tesisi var. Piemonte’de olmakla birlikte nasıl oluyor da hiç bağ göremiyoruz telaşı içimizi sarıyor. Kış günü bağları uzaktan gördüğümüzde sanki tanıyacakmışız gibi. Fossano’yu geçip nihayet şarap adlandırmalarında az da olsa rastlanan Bra’ya geliyoruz. Bra’dan da Alba’ya. Alba, Nebbiolo’suyla, Barbera’sıyla Piemonte şarap ormanının tam ortasında bulunan, biraz İtalyan biraz kuzeyli, ama şık bir kent. Alba Roma İmparatorluğu döneminde

 önemli bir kentmiş. Roma’nın düşüşünden sonra Burgonyalılar, Lombardlar ve Franklar arasında el değiştirip durmuş. Hemen yanıbaşından geçen ve yöreyi çok verimli kılan Tanaro Nehri Alba’nın tarımsal açıdan bereketli olmasını ve bu yüzden de gözde bir kent olmasını sağlamış. Günümüzdeki büyük şarap uygarlığını yaratan da büyük ölçüde bu ırmak oluyor. Irmağın etrafındaki tepecikler ve yamaçlarda şu anda belki tüm Avrupa’nın en gözde şaraplarını veren üzümler yetiştirilmekte.
Alba’da bir tarihi kent merkezi ve o merkeze dimdik ulaşan Vittorio Emmanuele Caddesi var. Tertemiz bir cadde ve ona dimdik çıkan, son derece planlı bir kent burası. Cadde üzerinde İtalya’nın önemli markalarının mağazaları bulunmakta. Bu arada kişisel olarak benim için büyük sürpriz, hayatımda ilk defa gördüğüm ‘şarap kitapçısı’ydı. Burası giriş katı ve bodrum olarak iki kata bölünmüş bir mekan olup giriş katında kitaplar, son derece kibar bir dükkan sahibi, alt katta ise çok güzel şaraplar bulunmakta. Bir şey almadan çıkmak olası değil. Öyle oldu nitekim.
Dükkandan çıkıp parke taşlı caddeden biraz daha yürüdüğümüzde sol tarafta ‘Vincafe’ adı verilen başka bir mekan var. Burası oturup şarap içilen bir yer. Şarapları bardakla istiyorsunuz. Tüm İtalya’nın şarapları var. Barolo, Barbaresco gibi üst düzey şaraplar dışında bir bardak şarap 3-4 euro. Bizden daha ucuz. Eh ama bizim şaraplarımız da çok kaliteli, ondan !!!  Oturduk, siparişimizi verdik, garson elinde uygun kadehlerde şarapla geldi, şarapların yanında da neredeyse bir kişiyi doyuracak miktarda bizim kanepelerin irisi basit yiyecekler. Bunlar da fiyata dahil. Çok hoşumuza gitmekle birlikte, her şeyin resmi yapıldığı, çalışanların ücretlerinin yüksek olduğu, fiş, faturanın istemeden verildiği ve kişi başı milli gelirin ülkemizin tam 5 katı olduğu bir ülkede bu gibi servisleri bizdekinden ucuz almak biraz içimizi acıttı.
Ertesi sabah çok güzel bir güne uyandık ve ver elini Barolo. 15 dakikalık bir araba yolculuğuyla kral’ın sarayı olan Barolo köyüne ulaşıyoruz. İtalya’nın en iyi şarapları, kral diye adlandırılan Barolo ve kraliçe Barbaresco. Bu isimler köy adları oluyor ve o iki köyün arazisinde yetişen Nebbiolo üzümlerinden yapılan şarapları simgeliyor. Dolayısıyla üzüm çeşidi tamamen aynı. Bu da tatların benzer olduğu anlamına geliyor.
Barolo çok güzel bir köy. İtalya’nın birçok yerleşiminin tersine, bir ovada veya tepede değil, yamaçta yer alıyor. İçinde Enoteca Regionale’yi barındıran bir de Ş

ato var. Bu şato, yüzyıllarca Barolo’yu yöneten  Marki ailesinin oturduğu yer olmuş. Burada ilk şato 10. yüzyılda yapılmış olmasına karşın günümüzde o binadan kalan pek fazla bir şey yok. Günümüzdeki yapı büyük ölçüde 19. yüzyılda inşa edilmiş, Marki ailesinin sona ermesinden sonra 1950’lerde kent meclisi tarafından satın alınmış. Şato günümüzde en alt katında-ki orası eski dönemde şarap üretim yeriymiş- ‘Enoteca Regionale’ diye adlandırılan, bölgede üretilen birçok şarabın sergilendiği ve tadıldığı bir yeri barındırıyor. Şatonun diğer katları da bir şarap müzesine dönüştürülmüş. Ancak ne yazık ki bizim ziyaret dönemimimizde bu müze oldukça uzun sürecek (2008 sonuna kadar) bir restorasyon amacıyla kapalıydı.
Barolo’daki çok ilginç bir diğer müze de ‘Tirbuşon Müzesi’. (İtalyancada museo dei cavatappi)Yaratıcısı Paolo Annoni. Çok zarif bir İtalyan olan Paolo yıllar içinde biriktirdiği ve daha sonra satın aldığı tirbuşonlar için bir müze oluşturmuş. Tirbuşonlar arasında eski olanlar ve yeniler olduğu gibi, İtalya dışından da ilginç örnekler bulunuyor. Paolo aynı zamanda kültür ve tarihle çok ilgili ve istanbul’u da en kısa zamanda ziyaret etmek istiyormuş.
Barolo’nun her tarafı şarap. Şarap kokuyor bu şehir. Şehir merkezinde bulunan üreticilerden biri veya ikisini gezmek istedik. Paolo’nun önerisi doğrultusunda ilk önce şehir merkezindeki Borgogno’nun kapısını çaldık. Bir ses diafondan ‘Lutfen önce randevu alın’ dedi. Israr etmedik, kızmadık da. Niye kızalım ki orası planlı bir ülke. Randevu aldığınızda da gerçekten de sizi bekliyor ve geziyi gerektiği gibi yapıyorlar. Biz de bölgenin bir diğer önemli üreticidine doğru yürüdük. ‘Marchesi di Barolo’. Burası Barolo’nun merkezde bulunan şatosundan sonra ikinci bir saray gibi. Çok güzel bir konağın içine ve alt katına kurulu bir şarap üretim yeri. Üst katlarda firmanın sahipleri oturuyor. Şöyle aşağıdan bakınca bile insan imreniyor doğrusu. Barolo, bağlar ve Alba adeta ayaklarımızın altında. Marchesi di Barolo 1861 den bu yana şarap üretiyor ve Barolo’da bu konuda öncü olmuş. Marchesi toplam 41 hektarlık bir alanda Nebbiolo, Dolcetto ve Barbera tipi üzümler üretiyor ancak bu alanın 32 hektarı Barolo’nun ana üzümü Nebbiolo’ya ayrılmış. Firmanın yıllık üretimi 250 000 şişe civarında. Çat kapı içeri giriyoruz. Karşımızdaki harıl harıl çalışan iki hanımefendi büyük olasılıkla ‘Yahu tam da noel telaşındayken bu iki tip de nereden çıktı’ yüz ifadesiyle bize bakıyor ancak daha sonra pek de bozmayarak nazik bir şekilde ne istediğimizi soruyorlar. ‘Dükkanı gezmek istiyoruz’ ‘Haydaa’ . Neyse bakıyor ki uzaktan gelmişiz biri düşüyor önümüze ve alt kata inerek mahzen gezisine başlıyoruz. Bu mekan ana fabrika değil. Esas fabrika, şehrin biraz dışında, modern denebilecek bir tesis. Ancak belki turistik gezi için burası daha ilginç. Hayatımda hiç görmediğim kadar büyük Meşe fıçılar var. Normal fıçının on katı büyüklüğünde, çapı iki insan boyundaki bu fıçılar Slavonia (orası neresiyse) meşesinden yapılmış. Bunların içinde 5-6 yıl kadar piyasaya verilmeden önce yıllandırılan şaraplar var. Bu etkileyici yerden çıkıp yukarıda üç şaraplık bir tadım gerçekleştiriyoruz. Tattığımız şaraplar arasında en çok beğendiğimiz Creja markalı bi Barbaresco oluyor. Aslında Barolo’da olduğumuz için rakip köyün şarabını beğenmek biraz ayıp oluyor ama, ne yapalım. Beğendiğimiz Creja nebbiolo üzümlerinden, 2004 rekoltesi. En az 10 yıl yıllandırdıktan sonra içmekte fayda var. 2004 İtalya’nın yakın tarihinde iyi bir yıl olarak biliniyor. Felaket 2002, sıra dışı 2003’ten sonra 2004 yılında iklimsel açıdan taşlar biraz yerine oturmuş gibi duruyor. Beğendiğimiz şişeyi satın alıp Marchesi di Barolo’dan ayrılıyoruz.
Barolo sokaklarında biraz yürüdükten ve öğle yemeğimizi yedikten sonra ver elini Barbaresco. Barbaresco Alba’ya yaklaşık

 10 km uzaklıkta bulunan, her tarafı üzüm bağı olan yamaçlarla çevrili bir tepede bulunuyor. Çevredeki üzüm bağlarından yılda yaklaşık 2.5 milyon şişe Barbaresco adlandırmalı şarap üretiliyor. Barbaresco da tıpkı Barolo gibi %100 nebbiolo üzümünden üretiliyor. Nebbia, İtalyanca sis demek. Bu bölge de oldukça sisli olduğundan ‘sisli bölgenin üzümü’ ifadesini kullanmak pek yanlış olmaz. Ancak aynı üzüm bu iki köyden biraz uzaklaşınca özelliğini bir ölçüde yitiriyor ve aynı tadı vermiyor. Örneğin bir Barolo ve Barbaresco en az 20 euro, iyi bir kalite için 40 eurodan başlayan fşyattan satıldığı halde bu üzümün yetişme alanının genel adı olan Langhe Nebbiolo’su, yani Nebbiolo di Langhe markette bile 7-8 euro civarına ancak satılabiliyor. İşte burada İtalyan şarapçılığının büyüklüğünü bir kez daha görüyoruz ve hem üreticiyi hem tüketiciyi, hem de ülkeyi korumak için bu ülkede yapılanları takdir etmekten başka çare kalmıyor.
Nebbiolo ismi tarihte ilk defa 14. yüzyılda nebbiul diye ortaya çıkıyor. Bu üzüm geççi bir çeşit olarak biliniyor ve hasadı ekim ayına kadar sarkabiliyor ancak söylenenlere göre burada 2007 yılı bir istisna oluşturmuş. Nedeni malumunuz küresel ısınma. 2007 yazı burada çok sıcak olmamakla birlikte öncesindeki kış ayları kurak geçmiş ve bu yüzden eğer ekim ayına kadar beklenirse üzümün kuruyabileceği endişesi belirmiş bu yüzden 2007 yılında bazı yerlerde ağustos sonunda ama genelde eylül ortalarında nebbiolo hasat edilmiş. Bu durumun şarabın tadına yansıması önümüzdeki yıllarda görülecek zira gerek Barolo, gerekse Barbaresco öyle hemen üretilir üretilmez piyasaya sürülen şaraplar değiller. Her iki şarap da hasat zamanından sonraki ilk 1 ocak tarihinden başlayarak bir yılı meşe fıçıda olmak üzere üç yıllık bir yıllandırma sürecinden sonra satışa sunulurlar. 4 yıl yıllandırılan bir Barbaresco şarabı da ‘riserva’ yani ‘rezerv’ ibaresini alır. İyi bir Barolo veya Barbaresco Rezerv 30 yıla kadar yıllandırılabilir.
Barbaresco köyü Barolo’dan da küçük. Sadece 630 kişi yaşıyor ve yalnızca bir caddesi var. Caddenin başladığı noktada, yani tam merkezde tarihi bir binanın giriş katında ‘Enoteca Regionale del Barbaresco’ bulunuyor. Yani şarap merkezi. Burası hem bir enformasyon bürosu gibi bölgeyle veya bölge şarapçılığ

ıyla ilgili broşürler dağıtıyor, hem de çeşitli üreticilerin şaraplarını tattırıyor. Bu enoteca’da 80 barbaresco üreticisi toplam 120 etiketle temsil ediliyor.
Bu köyde de merkezde üreticiler var. Bunlardan biri bir kooperatif gibi; adı ‘Produttori del Barbaresco’ yani Barbaresco üreticileri birliği. Bu birliğin 56 ortağı var ve toplam nebbiolo üretim alanı yaklaşık 100 hektar.
Ancak hiç şüphe yok ki gerçek barbaresco efsanesi Gaja. Gaja ailesi aslında İspanyol. 300 yıl kadar önce bu topraklara gelmiş ve yerleşmişler. Firma 1960 da Angelo Gaja tarfından kurulmuş. Gaja’ların Barbaresco ve Treiso yakınlarında 14 bağı var. Ekim ayında bu bağlardan toplanan üzümleri Barbaresco’nun merkezinde bulunan üretim merkezine getiriyor ve burada şaraplarını üretiyorlar. Şarabın fermantasyonu 2-4 hafta sürüyor. Daha sonra 6 ay Fransız meşe fıçılarda, 12-20 ay Slavonia meşesinden yapılan büyük fıçılarda dinlendirdikten sonra piyasaya sürülen Gaja şarapları 30 yıl sonra bile hala taze meyve kokularına sahip oluyor.
Gaja şaraplarını yalnızca damağımızda değil,ruhumuzda da bıraktıktan sonra aracımıza biniyor ve dönerek inen virajlı bir yoldan Alba’ya dönüyoruz.

Yorum