İlk Görüşte Aşk; Ahh Esmeralda

Her şey bir anda olur, göz göze gelirsiniz, kimi zaman o bile olmaz siz onu görürsünüz ve bir yıldırım düşer. İlk görüşte aşk; beyazlar içindeki latin güzeli, Esmeralda. Nerden bilebilirdiniz ki karşılaşacaksınız ve sizi sarıp sarmalayacak. İçiniz kıpır kıpır. Ve ne muhteşemdir ki o da ilgisiz kalmayacak, bütün güzelliklerini sunacak ve aşık olacaksınız. Evet belki yaşı biraz gösterecek kendini. Ne gam! Evet belki bir zamanlar kötü yola düştüğü fısıldanacak kulağınıza. İyi de birileri çıkar ve sizi çeker o yollara, içinizde kötülük olmasa da. Esas olan siz gerçekten, yürekte iyimisiniz? Herkese bir şans daha verilmeli hayatta. Ben birden fazla şans veririm ona. Ah Esmeralda.

Karaköy’ü dönüp köprüye doğru giderken gördüm ilk kez onu. Uzaktan. Işıltılıydı. Beyazlar içinde. Büyüleyici. Sonra sanki saçlarına kondurulmuş dört adet yakut tanesi parıldıyordu yüksekte. Buradayım dercesine. Yaklaştıkça bir anafor içindeki engellenemez akıntı gibi hızlanarak çekti beni. Sırtından geriye doğru akan yıldızlı lacivert, beyaz ve kırmızı renkli kurdelası rüzgarda uçuşuyordu. O İstanbul’a yakışmıştı, İstanbul ona. Ah Esmeralda.

İç savaştan çıkan İspanya, 1946 yılında Cadiz’deki tersanelere 32 gövde numaralı gemiyi deniz kuvvetleri için ısmarlamıştı. Ancak yokluk içindeki ülke koşullarına birde tersanede meydana gelen patlama eklenince gemi bir türlü bitirilemedi. Bu yıllarda savaşın yıkımını gidermeye çalışan hükümet tarım alanlarını tekrar oluşturmakta ve Şili’den binlerce ton nitrat ithal ederek gübreleme yapmaktaydı. Nihayet 1950 yılında İspanya borçlarını ödeyemeyeceğini  bildirdiğinde yerine halen tam olarak bitmemiş ve o günlerde ‘Juan de Austria’ adı verilmiş geminin Şili’ye verilmesine karar verildi. Eksikler giderildi ve 1954 yılında gemi Şili Büyükelçisi Oscar Salas Letelier’e 15 haziran 1954 yılında teslim edildi. Cadiz’den ayrılan gemi ilk kaptanı Horacio Cornejo Tagle kumandasında önce Kanarya Adaları’na oradan New Orleans’a ardından Panama Kanalı’nı geçerek Tongoy’a ve nihayet
1 eylül 1954’de askeri üs olan Valparaiso’ya ulaştı. Halen deniz kuvvetlerinin askeri eğitim gemisi olarak kullanılmakta olan Esmeralda karanlık Pinochet rejimi sırasında ağır işkencelerin yapıldığı gemi olarak ünlendi. Ancak o geminin değil insanların suçuydu. Bugün güzeller güzeli Esmeralda dünyayı dolaşarak Şili’yi tanıtıyor ve ülkesinin güzelliklerini sunuyor.

Esmeralda diğer benzerleri gibi ‘tall ship’ olarak adlandırılıyor.  Dilimize klasik yat ya da büyük (mega) yat olarak çevirebiliriz. Aslında İstanbul’a geldiğinde bir anlamda 1931 yılı Hamburg’daki Blomh ve Voss tersanesi yapımı büyük ablası Savarona’ (135,95 metre) ile de bir araya gelmiş, hasret gidermiş oldular. Petro dolar milyarderi arap şeyhleri ile  rus oligarkları arasındaki ‘görgüsüz’ yarışı bir yana bırakırsak hemcinsleri arasında Danimarka kraliyet yatı 1931 yapımı 78,43 metrelik Dannebrog, en zarif yatlardan sayılan Savarona gibi iki direkli ancak tek bacalı 91,44 metrelik Nahlin, Krupp tersanelerinde imal edilen 1929 yapımı 71.10 metrelik Dona Amelia, yine aynı yıl aynı tersanede yapılan 75,28 metrelik Talitha, otomobil üreticisi Horace ‘Dodge’ için Michigan’da 1921 yılında üretilen 78,57 metrelik Delphine ve nihayet 1865 yılında Mısır Hidivi İsmail Paşa için İngiltere’de üretilen 145,7 metrelik El Horriya sayılabilir.

Esmeralda aralarında trinket, iki ana ve bir mizana olarak sayılabilecek dört direği, gayet uzun bastonu üzerinde sıralanmış dört jib yelkenleri ile gerçek bir denizci. Toplamda 21 adet yelken taşıyan bu güzel 113,1 metre boyunda ve 13,11 metre eninde. Valpariosa’dan 22 nisan 2012 ‘de seyre çıkan gemide yirmi ikisi subay toplam 321 denizci var. Esmeralda Yeni Zelanda, Avustralya, Endonezya, Singapur, Hindistan, İsrail ziyaretlerinden sonra ülkemize geldi, İstanbul’a misafir oldu, Şili’nin lezzetlerini taşıdı. Sarayburnu’na bordalamış gemi, Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye arasındaki üçgende gece yavaş yavaş gelirken dört direği üzerindeki kırmızı ışıkları ile parlıyordu. Beyazlar içindeki denizcilerin karşıladığı misafirler arka güvertede önce Pisco sour kokteyl ile karşılandılar.  Pisco Şili’nin yerel içkisi. Sadece Atacama ve Coquimbo’da yetişen aromatik muscat üzümlerden yapılan imbik distilasyonu ürünü. Kaptan Guillermo L. Mathieu ve Şili’nin İstanbul’daki tanıtım ofisi ProChili’nin yöneticisi Gülşan Atalay’ın hoş geldiniz konuşmalarının ardından misafirler standlardaki Şili şaraplarını tattılar. Concha Y Torro, Antares, Vina La Rosa, Montes ve Caliterra’nın ürün gamındaki çeşitli şaraplara somon ceviche, pastel de choclo (tatlı mısır turtası), yengeçli soğuk avakado ve kereviz çorbası, Carmenere soslu Şili levreği, filete a lo pobre üzerinde bıldırcın yumurtası, kişniş yaprağı ile süslü sote et ve finalde tatlılarda gratinado de berries eşlik etti. Concha Y Torro ve özellikle onun Marques de Concha Cabernet Souvignon’u yanı sıra Caliterra’nın Tributo Carmenere’si ile Montes Alpha Syrah dikkat çekiciydiler. Yine Vina La Rosa’nın La Palma Reserva’sı fiyat/kalite bazında iyi şarap olarak değerlendirildi.
Birkaç hafta sonra Boğazın muhteşem yalılarına neredeyse sürünerek geçen teknemizden bakarak elindeki flüt kadehten Altın Köpük tadan Aurelio Montes ‘bu kadar muhteşem olacağını tahmin etmemiştim!’ dedi. Boğaz mı, yalılar mı yoksa Altın Köpük mü diye sormadım. Belki de hepsiydi. Sonra anlattı hikayesini. İyi bir yelkenci aynı zamanda deniz subayı olan ve beni de terk edip giderken olduğu gibi her limanda geriye sevgililer bırakan Esmeralda’da bir zamanlar görev yaptığını söyledi. Sonra çok değil 1986 yılında dört ortak Montes’in kuruluş hikayesini anlattı. Ardında öyle kuşaklar olan bir üretici değil, her şeyi kendileri yapmışlar. Şu anda sadece Şili’de değil, Arjantin Mendoza’da Keiken isimli ve Napa’da Napa Angel isimli üç şaraphane ile büyük üretici olabilmişler. Üstelik şaraplarının %80’ini ihraç edebilmişler. Dünyada Montes ve Keiken satılan tam 110 ülke olduğunu övünerek belirtti. Bu nedenle Harvard ve UCLA gibi üniversitelerde araştırmalara konu olmuş Montes. Şu komik hikayesini de eklemeliyiz yazımıza; ‘yıllarca’ diyor ‘ dedelerimizin Fransa’dan getirdikleri köklerle mükemmel Merlot’lar ürettik. Hatta uluslararası yarışmalardan defalarca altın-gümüş derecelerle de döndük Şili’ye’. Sonra 1995’te Aurelio Fransa’dan Dijon Üniversitesi’nden bir profesörü Şili’deki asmaların kökenlerinin araştırılması için davet eder. Bağları dolaşan profesör ‘evet’ der ‘güzel Cabernet, mükemmel Malbec, iyi Şiraz. Taa ki Merlot’ya kadar. ‘Hayır’ der ‘bu Merlot değil. Örnekler ve köklerle Fransa’ya döner. Bir ay sonra gelir cevap; ‘bu bir Carmenere’. ‘Çok utandım’ diyor Aurelio, ardından da ekliyor ‘ama sonra düşündüm sadece biz mi diye, aslında yarışmalarda bizi Merlot diye altına gümüşe boğan şarap uzmanları, otoriteler, master of wine’lar onlar da utanmalı biraz’. Bu güzel hikayenin ardından Montes’in Icon serisinden şaraplarla tanışıyoruz. Bu üç şaraptan oluşan bir seri. Alpha M Cabernet, Folly Syrah ve Purple Angel Carmenere. Wine Spectator (WS)’dan 96 puan almış M henüz ülkemize getirilmediğinden diğer ikisini tadıyoruz. Folly’nin ismi gibi ‘çılgın’ bir şişesi var. Ünlü illüstratör Ralph Steadman sarhoş bir melek çizmiş. Folly %100 syrah. Burunda böğürtlen, kakao, siyah erik, baharat, çikolata aromalarından çok zengin, damakta son derece dengeli zarif olmasına karşın güçlü gövdeli bu kompleks şarabın bitişi oldukça uzun. Folly 2010 WS’den tam 95 puan almış. Purple Angel 2010  %92 Carmenere ve %8 Petit Verdot kupajı, WS’dan aldığı 92 puanla iddialı. Kırmızı orman meyveleri, puro, siyah çikolata, baharatsı aromalarla zengin bir burnu ve elegant damağını hiç terk etmeyecekmiş gibi duran bir bitişi var.
Aurelio’ya göre Şili’de güney yarımkürenin 33 ve 37. enlemleri arasında uzanan şarap bölgesinin önemli özellikleri; batıda her daim etkisi izlenen Pasifik Okyanus’u, doğuda bağların sırtını vererek teraslar şeklinde yükseldiği Ant Dağları’nın kliması, kuzeyde dünyanın en kuru ve sıcak çölleri ile güneyde Patagonya’nın buzullarının bağ hastalıklarını önleyici etkileri sonucu sanki bir ada gibi korunan ama hem deniz hem karasal iklim barındıran muhteşem bir terrior. Ucuz bağ arazileri nispeten ucuz bağ işçiliği işin ekonomik payandaları. Ancak her şeyden önemlisi devletin Şili şarapçılığını desteklemesi, ProChili gibi tanıtım ofisleri, Esmeralda gibi ülkeyi temsil eden asker sivil her türlü tanıtım çabası ile Şili kesinlikle önümüzdeki kısa gelecekte dünyada şarap üreten lider ülkelerden biri olacak. Anadolu’nun 9000 yıllık bağ ve 7000 yıllık şarap geçmişi hatırlandığında bizim şarap üreticilerimizin de böyle bir desteği hak etmedikleri söylenebilir mi?

Anadoluhisarı’nın üzerinde tabak gibi yükselen ay ile kulağımda Prince’in aşk şarkısı ‘mor yağmur’ bile insanı sarhoş etmeye yetecek iken bir de etrafımda Şili’nin melekleri; çılgın sarhoşu (Folly) ve mor güzeli (Purple Angel) ve de illa ki Esmeralda. Ahhh.

Bu makale Karaf Magazin’in Ocak-Mart 2013 tarihli 53 nolu sayısında sayfa 68-71’de yayınlanmıştır.

Yorum