Gaillac Küçük Bir Şarap Şehri

Gaillac, çok bilinmeyen küçük bir şarap şehri, biz burayı yıllar önce Paris’te pek bilinmeyen kasabaları tanıtmak amacıyla yapılan bir şenlik de tatlı şarabı ile tanımış ve bu sempatik tatlılıktan çok hoşlanmış, oraya da gitmeliyiz diyerek listemize eklemiştik. Kasım ayı yaklaştığında bilmediğimiz yerlere gitme heyecanı bizi çoktan sarmıştı. Tren yolculuğumuzun ardından taksi durağının bile bulunmadığı istasyonda indik. Kısa yürüyüşümüzün ardından kalacağımız yer bizi akşam altıda beklediği için mecburi bir mola vererek günün ilk Gaillac şarabını yudumlamaya başlamıştık bile….

Otele yerleşme ve bir fincan kahveden sonra, ilk hedefimiz olan La Table du Sommelier’de akşam yemeğimiz için masa başındaydık. Önce beyaz şarabımız Domaine du Moulin Sauvginon Len de l’el 2012’i şipariş ettik. Ben fazla aç hissetmediğim için, mantar çorbası ve ardından peynir tabağı istedim. Ahmet, yine iştahlıydı, önce keçi peynirli tart, sonra ağır ateşte pişmiş dana eti ve tatlı sipariş etmişti. Tabii ana yemeğini, bir kadeh bir vigneron şarabı olan Domaine du Moulin Braucol Merlot 2011 ile eşleştirmeyi ihmal etmedi. Burası hem şarap satışı yapan, hem de bir sürü şarabın kadeh ile de sunulduğu ve tabii buna uygun yemeklerin özellikle bulunduğu bir mekan, Albi ve Castres’ de de La Table du Somelierbulunmakta. Şaraplar ile ilgili bilgi veren elemanları da tabii ki mevcut, hiç bilmediğimiz üzümlerle tanışmamıza neden olan bu sevimli yerden kalkarak, yürüyerek otelimize ulaştık.

Ertesi gün, gündüz gözüyle Gaillac turu yapmak niyetiyle kaldığımız  yer olan Bleu Pastel’de bizi büyük konuk severlikle ağırlayan Christine Langlois’dan biraz bilgi aldık. Şarap müzesi de olduğunu öğrenerek, oraya doğru yola çıktık. Önce müze gezisi ve tabii tadım… Oldukça detaylı bir tadım yapma şansımız oldu, yaklaşık  otuz Gaillac şarabı tadarak, güne güzel bir başlangıç yaptık zaten saat on iki olmuştu ve burası öğle tatili için kapanıyordu. Çoğunun adını daha önce duymadığımız üzümlerin şeklinin de nasıl olduğunu öğrenmek oldukça eğiticiydi. Tesadüfen karşımıza çıkan sadece öğlenleri açık olan, anladığımız kadarıyla esnafın gittiği küçük olduğu kadar kalabalık ve tek yabancının bizim olduğumuz Bistr’aue ‘da bulduk kendimizi. Herkes elinde kadehi neşe ile sohbet ediyordu, menü kara tahtaya yazılmış, günlük olarak değiştiğini tahmin ediyorum. Günün salatası olan dört peynirli salata, yanında patates kızartması ile servis edilen ördek yüreği ve bir Gaillac kırmızısı  ve yine bir vigneron şarabı olan Domain Barreau  Rouge Tradition 2011 söylemiştik. Gaillac’ın yerel üzümü Braucol, Cabernet Sauvignon ve Syrah kupajı.. Fazlasıyla doyurucu olan bu tabaktan sonra, birer kadeh tatlı şarap çok iyi geldi. Bir sürü şarap mağazası gezisinden sonra, akşamüzeri biraz dinlenmek üzere Bleu Pastel’e  geri döndük. Buradan bahsetmeden olmaz, şimdiye kadar kaldığımız en ilginç yerdi. Tutku ile eskiye bağlı olduğu anlaşılan Chiristine Langlois koleksiyonunu tek tek anlatarak bize gezdirdi, eski mektuplar, fotoğraflar, kıyafetler, tabaklar, tencereler, fincanlar, bebekler ne ararsanız var. Benim gibi biraz ürkebilirsiniz belki…  Muhteşem bahçesi eminim bahar da ve yazın çok keyiflidir.

Akşam yemeğimizi ise buraya çok yakın olan yine Chiristine’in ısrarla önerdiği Chez Germaine ‘de yedik. Burası, bu bölgenin ne kadar İspanya’ya yakın olduğunu gösteren, sıcak ve samimi bir yer. Kalamar, midye, karides ve salyangoz tabaklarımıza yine bir bölge beyazı Domain de Laberthe Premieres Cotes 2012 eşlik etti. Ama yemek öncesi birer kadeh şarap içtiğimiz Vigne en Foule ‘den de bahsetmeliyim, kadeh şarap çeşitliğinin yanı sıra şişe seçeneğinin de çok olduğu bir şarap barı, oldukça şık ama çok modern olması  bizi biraz şaşırttı. Diğer mekanlardaki yaşanmışlık hissini burada bulamadık ne yazık ki… İşte Gaillac gezisi böyle geçti, buraya bir de Kasım sonunda Primeur şaraplar ve düzenlenen etkinliklerde gelmek gerekir  diye düşünerek ayrıldık…   2/29/2016

 

Yorum